İnsanın Karanlık Labirentinde: Yabancılaşma, Sömürü ve Kurtuluş Üzerine Bir Deneme

Birol Keskin
“İnsan, doğanın içinde doğaya yabancılaşan tek varlıktır. Elleriyle yarattığı tanrılara tapınırken, kendi özünü unuttu. Marx’ın dediği gibi: ‘İnsan emeğinin ürününe yabancılaştığında, kendine de yabancılaşır.’ İşte bu kopuş, bütün o karanlığın – savaşların, sömürünün, ırkçılığın – ilk tohumuydu. Kapitalizmin demir kafesi içinde, insan ruhu kendi yarattığı putların kölesi oldu.” Engels’in *”Doğanın Diyalektiği”*nde vurguladığı üzere: “İnsanın doğaya hükmetme arzusu, aslında kendi içindeki doğaya ihanettir. Fabrika bacalarından yükselen duman, yalnızca gökyüzünü değil, insanın vicdanını da karartır.
Tarih, sınıf mücadelelerinin sahnesidir; her ‘uygarlık’, bir başkasının kemikleri üzerinde yükselir. Kongo’da elmas madenlerinde ölen siyahi bedenler, Viktorya dönemi İngiltere’sinde 16 saat çalışan çocuk işçiler… Hepsi aynı sistemin – insanı metalaştıran, emeği yutan canavarın – kurbanlarıydı.” Ancak yabancılaşma yalnızca emeğin ve doğanın yabancılaşmasıyla sınırlı değil. Artık insan, yalnızca üretim süreçlerinde değil, kendi kimliğinde, duygularında, hatta gündelik hayatında da bir kopuş içinde.
21. yüzyılın dijital çağında, işçinin sadece kas gücü değil, zihni de sömürülüyor. Bir Amazon deposunda bant sistemine bağlı çalışanın zihni, ekrana bakan bir beyaz yakalının mesai sonrası bile bitmeyen e-postalarına nasıl esir düşüyorsa, aynı yabancılaşma devam ediyor. Kendi emeğimizin karşısında nesneleşiyoruz; kendi hayatımızın seyircisi haline geliyoruz. “Ve insan, zincirlerini öyle bir sever oldu ki, özgürlüğü unuttu. Rousseau’nun dediği gibi: ‘İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincirler içindedir.’ Bu zincirler artık demirden değil; gözlerimizdeki perdeler, kalplerimizdeki korkulardı.” Kapitalizmin görünmeyen prangaları yalnızca fabrikalarda ya da iş yerlerinde değil.
Tüketim kültürü, insanın varoluşunu etiketler, ürünler ve sosyal medya onaylarıyla tanımlıyor. Kendi kimliğimizi inşa ettiğimizi sanırken, aslında başkalarının bize biçtiği rolleri oynuyoruz. En basit örneğiyle, Instagram’da mükemmel hayatlar sergileyen insanlar, bu gösteriyi sürdürmek için gerçek mutluluğunu feda ediyor. Yabancılaşmanın modern versiyonu, yalnızca emek sürecinde değil; ruhlarımızda, ilişkilerimizde ve en nihayetinde kendi benliğimizde kök salıyor.
Marx’ın 1844 El Yazmaları’ndan bir ışık: “Yabancılaşmayı aşmanın yolu, emeğin yabancılaşmamış haline dönmektir. İnsan, ancak üretim ilişkilerini değiştirerek kendini gerçekleştirebilir. Bu, bir devrim meselesi değil, önce bir uyanış meselesidir: Kendi yabancılaşmış durumunu fark etmek! Proleterya, kendi zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmadığını anladığı an, dünyayı değiştirecek güç olacaktır.” Ancak burada sormamız gereken soru şu: Bu farkındalık nasıl mümkün olacak?
Evet, Marx proleteryanın zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmadığını söylüyordu ama modern dünyada zincirler artık daha görünmez, daha rafine. Peki, bu şafağı nasıl getirebiliriz? Belki de gerçek kurtuluş, o ‘şıp’ dediğimiz andadır: Bir işçi, alın terinin sömürüldüğünü fark ettiğinde, Bir beyaz yakalı, bitmeyen e-postaların kölesi olduğunu anladığında, Bir tüketici, mutluluğun satın alınamayacağını gördüğünde, Ve hepimiz, doğanın efendisi değil parçası olduğumuzu hatırladığımızda… İşte o an, insanlık tarihinin ikinci şafağı başlayacak. Ama bu, sadece bir umut değil, bir sorumluluk meselesi. Sorumluluğumuzu hatırladığımızda, işte o zaman gerçek değişim mümkün olacak. Birol Keskin

Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler