Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

Devrimci Hareket:Kurtuluş yok tek başına!

Apolitiklik değil sınıf bilinci

Devrimci Hareket, Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarını gözaltına alınmasın karşı başlayan toplumun her kesimiminde katlımın olduğu kitlesel direnişe ilişkin yazılı bir açıkama yaptı.

Devrimci Hareket’in ”Kurtuluş yok tek başına” başlığıyla yaptığı açıklamada, şu ifadeler yer alıyor:

Apolitiklik Değil Sınıf Bilinci

Beklendiği ve planlandığı gibi Ekrem İmamoğlu dahil tutuklamalar gerçekleşti. Başından beri söylediğimiz gibi bu sürecin, Erdoğan’ın şahsi ikbaline kadar daraltılarak değerlendirilmesi, olup biteni de muhtemel gelişme ve riskleri de anlamayı güçleştirir. Benzer şekilde gelişen tepkiler de potansiyel ittifaklar da yanlış değerlendirilir.

Bu konuda kişiselleştirme, gözü de aklı da çelmeleyen daraltıcı bir engeldir. Daha önce de Tahir Elçi’nin katledilmesinde, Can Dündar’ın kurşunlanmasında vb. söylediğimiz gibi bu olgular, rejime dair okuma için önemli ipuçlarıdır. Bugün de iktidarın saldırıları, ısrarla İmamoğlu’nun kişiliğine kadar daraltılıp şahsileştirilirse, böyle bir apolitiklik önünü de geleceği de görmeyi güçleştirir. Apolitiklik için bir partinin adının Komünist veya Bolşevik olması bir şeyi değiştirmiyor.

Oyun oynama, oyalanma, topu taca atma, rakibine öykünerek veya onunla normalleşerek onu yenme yanılgısı bitti. Artık ya mücadelenin sınıfsal gereği yapılacak ya da bedel ödenecek.

Meseleyi burjuvazinin iki başkan adayı arasında olan ve bizi ilgilendirmeyen bir mücadele olarak görmek veya hala olaylara bu sığlıkta bakanların olması sol adına üzücü. Dünya hiç olmadığı denli küçülmüş, politikalar hiç olmadığı denli küreselleşmiş ve ayrışmalar/saldırılar buna göre yaşanıyorken ne yazık ki hala olup biteni Erdoğan-İmamoğlu didişmesi, iki aday arası mücadele sınırlılığında görenler var. “Kimileri faşizm diyor. Faşizm sermaye sınıfının ihtiyaçlarının, emek-sermaye arasındaki mücadelenin şiddetlenmesinin ürünüdür. Bugün ‘faşizm’in koşulları (şimdilik) yok.” diyecek kadar ufkunu ve sınıfsal aklını yitirenler var.

Bu yanılgıyı büyük resim üzerinden anlatmak gerekirse Trump da ABD tekellerinin bir kısmının temsilcisidir. Mücadelenin bir yanı farklı tekeller arasındaki çelişmeyi tanımlar. Ancak bu böyle diye Trump’ın deyim yerindeyse tüm dünya halklarını hedefine koymasına sessiz veya edilgen mi kalalım?

Resmi küçültelim; Türkiye’de evet Erdoğan’ı isteyen egemen kesimler olduğu gibi İmamoğlu’nu isteyen kesimler var. Ancak bu böyle diye Erdoğan’ın ülkeyi darbe ikliminde yönetmesi, hiçbir yasa ve kurala uymaması bizi ilgilendirmiyor mu?

Aynı soruyu 2016 ve sonrasında alınan OHAL kararı ve çıkarılan yasaları, “bunlar Cemaat için çıkarılıyor bizim için değil diyerek sessiz mi kalalım” diye sormuştuk. Gerçekten o yasalar bizim için miydi değil miydi süreç içinde görüldü.

Yaşanan bir çeşit darbe iklimidir. Darbe iklimi sermayenin tercihidir. Emperyalizmin gereğidir. Böyle anlar topyekûn saldırıya karşı topyekûn karşı duruşu gerektirir.

Bu tür süreçlerde çeşitlenen ve boyutlanan saldırıları ayrıştırmak, Gezi’de direnen kesimler arasında fark koyup onları ayrıştırmaya benzer.

Şimdi mücadele zamanı

Mahkemeden beklenen sonuç çıktı. Ancak süreç bundan ibaret görülürse yaşananlar da devam edecek olan saldırılar da doğru karşılanmamış, faşizm silahsız/savunmasız karşılanmış olur.

Uzun süredir küresel boyuttaki büyük savaşa, neden hiçbir ülkenin/halkın bu kapsamdaki saldırıların dışında kalamayacağına, savaşın giderek alan büyütüp derinleşeceğine dikkat çekiyoruz. Ne var ki üzülerek söylüyoruz hiç beklemediğimiz çevrelerde savaş hala ısrarla 7 Ekim 2023’le (Gazze’den İsrail’e yapılan saldırılarla) başlatılmakta, 8 Aralık’ta Suriye’de savaşın bittiğinden söz edilmekte, 27 Şubat’ta İmralı’dan gelen mektuba miladi anlamlar atfedilmektedir.

Tekrar ve ısrarla söylüyoruz; yaşanan 3. Paylaşım Savaşı’dır. Bu savaşın ilk iki büyük savaştan farklı enstrümanlarla yürütülüyor olması olgunun sınıfsal özünü değiştirmiyor. Gazze’de Lübnan’da Suriye’de Irak’ta Yemen’de Kızıldeniz’de yaşananlar; Grönland’ın, Kuzey Kutbu’nun, Panama Kanalı’nın savaş ve gerilim sebebi olması, söz konusu hegemonya ve paylaşım savaşının çeşitli bağlamlardaki cepheleridir. Ülkemizde örneğin kayyum, faşizmin habercisi veya “ayak sesi” değil bizzat kendisidir. Bugüne kadar tecrübe edilen, çalışılan, planlanan ve gerektiğinde darbeler eşliğinde uygulanan tekelci sermaye egemenliğinin 21. yüzyıl versiyonudur. Bu, otoriterleşme veya totaliterleşme değil kelimenin gerçek anlamıyla faşizmdir; açık faşizmdir.

Her konuda ve alanda olduğu gibi devlet biçiminde de yaşanan tecrübeler, sınıf mücadelelerinin geçirdiği aşamalar, sadece taktiksel/güncel kimi yöntemlerde değil burjuva siyaset tarzının bütününde, kurumsallaşmalardan oturmuş/gelenekselleşmiş gibi görünen işleyiş tarzına kadar bir bütün halinde kendi yasalarına/düzenine sığmama hali söz konusu. Rıza oluşturmak üzere göstermelik de olsa taşınan nispi demokratik niteliklere tahammül kalmamıştır. Öyle ki halkın seçtiği belediye başkanı görevden alınırken yerine AKP’nin valisinin atanmasında bir beis görülmüyor.

Bir avuç zorba ve yandaşları dışında hiç kimse bu saldırılardan muaf değildir. Ufuk da perspektif de mücadele hedef ve araçları da saldırının çapını, niteliğini ve kimleri kapsadığını görmeyi gerektiriyor. Mesele sadece AKP’nin rakibi siyasetçiden, muhalif gazeteciden veya iş insanından ibaret değil; 8 Mart’ta ses yükselten veya itiraz potansiyeli taşıyan kadın da sosyal medyada itiraz eden vatandaş da hak arama potansiyeli taşıyan işçi de doğa-çevre mücadelesi vererek bu alandaki talana karşı duran insanlar da özetle biat ve itaat etmeyen herkes faşizmin hedefidir.

İşte tüm bu nedenlerle, İtirazlar da ittifaklar da çağrılar da mücadele araç ve yöntemleri de ezberle veya duygusal/psikolojik etkileşimlerle değil, bu sınıfsal gerçeklik üzerinden geliştirilmelidir. Hayat/sokaklar mücadeleye çağırıyor; şimdi bileşik mücadele zamanıdır.

Devrimci Hareket

23 Mart 2025

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir