TKP: “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” Üzerine Görüş ve Tutumumuzdur

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi, internet sitesi üzerinden yaptığı açıklamayla 27 Şubat 2025 günü yayınlanan “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısını değerlendirdi.
TKP Merkez Komitesi, 27 Şubat 2025 günü yayınlanan “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısına dair bir değerlendirme yayınladı. İnternet sitesi üzerinden yayınlanan açıklamada, “Değişen dünya, bölge ve ülke şartlarına göre komünist stratejimizi geliştirmek ve politikalarımızı koşullara uygun hale getirmek zorundayız. Türkiye Komünist Partisi ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ çerçevesinde sınıf savaşımını yükseltmek, savaşsız ve sömürüsüz bir Türkiye’ye bir adım daha yaklaşmak için üzerine düşen öncü rolü oynayacaktır.” dendi. Açıklamanın tamamı şu şekilde:
Kürt halk önderi 27 Şubat 2025 günü “Barış ve Demokratik Toplum” başlığı altında bir çağrı yayınladı. Bu çağrı toplumda bir şok etkisi yarattı. Öcalan her bir cümlesi birer kitap niteliği taşıyan kısa açıklamasında devleti demokratikleşmeye, PKK’yi de Kongre toplamaya ve silah bırakmaya çağırdı.
Partimiz Öcalan’ın yaptığı çağrıyı tam olarak desteklemektedir. Silahlı mücadeleyi yaratan koşullar devlet tarafından ortadan kaldırılmalı ve kırk yılı aşkın süren savaş son bulmalıdır.
PKK, 1978 yılında dünyanın üçte ikisini Dünya Sosyalist Sistemi’nin kapsadığı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği merkezli reel sosyalizmin var olduğu, bu koşullarda Ulusal Kurtuluş Hareketleri’nin dünya devrimci sürecinin üç temel bileşeninden biri olduğu bir dönemde Marksist Leninist bir Parti olarak kurulmuş olup SBKP’nin de destek ve dayanışmasını almış bir partidir.
PKK, Türkiye’de Kürt kelimesinin ağıza alınmasının büyük bir suç olduğu ve Kürt sanatçılarının kasetlerinin dahi gizlice çoğaltılıp dağıtıldığı bir dönemde kuruldu. Demokratik mücadele yolları tıkandığı için ve 1980 askersel faşist diktatörlük döneminde Kürt devrimcilerine karşı Diyarbakır zindanlarında yaşatılan insanlık dışı uygulamalardan sonra silahlı isyan başlatmıştır.
Beğenelim veya beğenmeyelim. Egemen güçler kabul etsin veya etmesin. Bu mücadele sürecinde devlet Kürt ulusu gerçeğini sürdürdüğü tüm yasaklamalara rağmen kabul etmek zorunda kalmıştır. Bunun birden fazla kanıtından bir tanesi TRT Kürdi’nin kurulmasıdır. Eğer bugün devlet Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile müzakere yürütme durumuna gelmişse bu kendiliğinden olmamış, 1978’den beri sürdürülen mücadelenin sonucunda gündeme gelmiştir.
PKK silahlı isyanı 1984 yılında başlatırken 12 Eylül faşist cuntası tarafından örgütleri dağıtılan Türkiye devrimci hareketinin güçlerine de bir açılım sağladı. Devlet bunun sonucunda oluşan birleşik mücadele örgütü Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi – FKBDC’ni zayıflatmak ve dağıtmak için kimi örgütlerin tutsak yöneticileri ile ciddi pazarlıklar ve anlaşmalar yaptı. Her gün dillendirilmese dahi bu gerçekleri bilenler bilmektedir. TKP’yi tasfiye etme yönelimi de aynı sürecin ürünüdür. Devletin kendi kontrolünde Türkiye’de “sol” maskesi altında örgütler, partiler kurdurması da aynı döneme rastlar.
PKK, bugüne kadar sürdürdüğü mücadele ile sadece Türkiye’de ve bölgede değil, Kürt Özgürlük Hareketini uluslararası ölçekte bir güç ve olgu haline getirmiştir. Abdullah Öcalan’ın çağrıda değindiği konular uluslararası kamuoyuna mal olmuş siyasi çözüm önerileridir. Bu nedenle de Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinden, ABD ve AB, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti hükümetlerine kadar ama aynı zamanda Suudi Arabistan ve İran gibi bölge devletleri de bu çağrıya duyarsız kalamamışlar ve önemli bir gelişme olarak selamlamışlardır. Barzani ve Talabani’nin de bu sürecin başarıyla sonuçlanması için desteklerini açıklamaları Kürt ulusal birliği açısından önemli bir aşamaya işaret etmektedir.
Abdullah Öcalan’ın çağrı metninde değindiği ayrı ulus devlet, idari özerklik, federasyon ve kültüralist çözümlerin tarihsel toplum sosyolojisine, yani günümüze yanıt olamaması ile ilgili cümleleri kapitalist ulus-devlet yapılanmasının içinde özerklik ve federasyon veya ayrı ulus devletin çözüm olmamasına vurgu yapmakla birlikte demokratik ulus ve demokratik toplum hedeflerinin gerekliliğine işaret etmektedir. Öcalan milliyet, etnik köken, din ve mezhep temelinde olmayan demokratik özerklikten yana düşüncelere sahiptir. Bu tespitleri kimilerinin bir açık yakalamış gibi farklı yorumlamaları nafile çabalardır.
Devlet temsilcileri ile Kürt halk önderi Abdullah Öcalan arasında görüşmeler bir yıldır sürüyor olabilir. Ancak şimdi bu çağrı ile kamuoyu nezdinde başlangıç yapılmıştır. Devlet ile resmi müzakereler şimdi sürecin ikinci aşaması olarak başlamaktadır ve bu müzakereler devletin farklı kurumları ile TBMM çerçevesinde ele alınacaktır. Legal siyaset alanında DEM Parti, DBP ve HDK devlet tarafından bu süreci yürütmekte muhatap olarak alınmışlardır. Baş müzakereci ise Abdullah Öcalan’dır. İmralı adasına çağrı için yedi kişilik heyetin gitmesinin anlamı budur. Legal siyaset ve parlamenter alanlarda elde edilen tüm kazanımlar da kırk yıllık mücadelenin olumlu etkisi ile sağlanmıştır. Türkiye devrimci hareketi ile legal siyaset alanında sağlanan birlikte mücadele platformu Türkiye devrimci hareketi tarihinde yüz yıldır sağlanan en önemli kazanımdır. Türk, Kürt ve diğer uluslardan halkların mücadele kardeşliği bu platformlarda perçinlenmiştir ve şimdi toplum düzeyinde bir kardeşleşme aşamasına yükseltilmesi hedeflenmektedir.
Barışın kalıcı olarak sağlanması demokratikleşme ile mümkündür. Toplumun demokratikleşmesi de ulusal ve sınıfsal sorunların çözümü konusunda daha elverişli bir ortam yaratacaktır. Kürt ulusal sorununun çözümü demokratikleşme, demokratikleşme de Kürt ulusal sorununun ve işçi sınıfının sınıfsal sorunlarının çözümü konusunda yeni ve daha elverişli bir zemin yaratacaktır.
Abdullah Öcalan çağrısında hem devletin hem de PKK’nin değişmek zorunda olduğuna işaret etmiştir. PKK’ye Kongre çağrısı ve koşulları oluştuğunda silah bırakılmasının sağlanması bu gerçeğin diğer yanıdır. Devleti demokratik bir toplum için sorumluluğa çağırırken her müzakere ve uzlaşmanın gereği olarak karşılıklı yaklaşımlar gösterilmesi doğaldır. Bunu sadece bir taviz olarak değerlendirmemek gerekir. Heyet üyelerinin aktardıklarına göre Abdullah Öcalan çağrı okunmadan önce aslında PKK açısından bu değişimin 1993 yılından beri kendini dayattığını ifade etmiştir. Aynı tespit seksenlerin sonu, doksanların başında TKP için de geçerli idi. Ancak dönemin TKP yöneticileri bunun gereklerini yerine getirememişler, Kürt Özgürlük Hareketi ile birlikte mücadeleyi büyütme, sınıf içinde daha güçlü örgütlenme, sendikalar, demokratik örgütler ve kooperatifler içinde sınıf çalışması yürütme yerine talihsiz kararlar sonucu siyaset sahnesinden çekilmeyi tercih etmişlerdir.
Komünistler bu sürece siyasal anlamda hangi çerçevede bakmalıdırlar?
Birincisi; TKP, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı’nı, ayrılma hakkı dahil savunur. Bu anlamda Kürt halkının kararına saygılıdır. Bu çağrıyı da bu şekilde değerlendiriyoruz ve ayrıca içeriği açısından politik olarak eleştirecek bir yanını görmüyoruz.
İkincisi; Abdullah Öcalan’ın çağrıda ifade ettiği “demokratik uzlaşma” yöntemi sınıf mücadelesinin farklı aşamalarında komünistler için de geçerli bir yöntemdir. Bu konuya ilgisi veya itirazı olanlara Lenin’in “Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı” eserini ve Brest-Litovsk Anlaşması çerçevesinde Sovyet Rusya’da yürütülen tartışmaları hatırlamalarını öneririz.
Üçüncüsü; “Demokratik Ulus” tanımı ulus devletlerin gericileşmeleri ve otoriter yönetimlere yöneldikleri bir dönemde günümüz açısından çözüm üreten bir açılımdır. Demokratik Ulus çözümlemesi Sosyalist Ulus hedefine ulaşma sürecinde ciddi bir adım olacaktır.
Dördüncüsü; Bu süreç olumlu ilerlediği taktirde işçi sınıfı ve emekçilerin sınıf mücadelelerinin gelişmesine uygun ortam yaratacaktır. Sınıf hareketi nefes alacaktır.
Beşincisi; Barışçıl mücadele salt parlamenter mücadele ve seçim demek değildir, genel grev, genel direniş, halkın öz savunması, sivil itaatsizlik ve halkların kendi öz demokratik meclislerinde örgütlenme gibi mücadele yöntemleri ve araçlarını içerir.
Bu Çağrı hangi koşullarda yapılıyor?
Birincisi; Türkiye Cumhuriyeti ekonomik ve siyasal anlamda bir çöküş ve tıkanma içindedir ama devrimci durumun objektif ve sübjektif koşulları yoktur. Şimdi görev devrimin sübjektif koşullarını oluşturmaktır.
İkincisi; Ortadoğu’ya ABD, İngiltere ve İsrail’in müdahalesi ile bölge haritası ile oynanmaya başlanmış Ortadoğu’daki devrimci yükseliş engellenmeye çalışılmaktadır. Bölgesel demokratik halk devriminin koşulları değişiyor. Bu ortamda Türkiye ve Kürdistan’da yeni bir strateji belirlemek zamanında bir müdahaleye işaret eder ve başarısı tüm bölgede dengeleri olumlu yönde etkileyecek bir yol açar.
Üçüncüsü; Uluslararası düzeyde ABD’de Trump’ın seçilmesi ABD politikalarında değişiklikler getiriyor. Panama, Gazze, Grönland gibi açık azgın talepler emperyalist saldırganlığın yeni bir aşamaya yükseleceğine işaret ediyor. ABD’nin Rusya ve Çin ile ilişkilerinde olası gelişmeler de yeni tehlikeler içermektedir. Türkiye ve Ortadoğu açısından ön alıcı politikalar geliştirmek bu açıdan yaşamsal önemdedir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ilk adımı atmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu adımın atılmasında üstüne düşen ilk rolü oynamıştır. Bunda bir gariplik yoktur. Devletin en gerici, en saldırgan ve en emperyalist odaklarının bu konuda muhatap olmaları durumun doğasına uygundur. Masaya oturması gerekenler en uzlaşmaz uçlardır. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ANC önderi Nelson Mandela ile barış masasını kuran ve Apartheid’e son veren devlet başkanı faşist De Klerk idi. Şimdi devlet ve hükümetin süreç ile ilgili gerekli sorumluluğu üstlenip üstüne düşen görevleri yerine getirme zorunluluğu vardır. Değilse çağrı havada kalacak ve verili durumdan değişik bir durum oluşmayacaktır.
Devlete düşen görev ve acil taleplerimiz:
- Abdullah Öcalan’ın üstlendiği role uygun yaşam ve çalışma koşulları sağlanmalıdır.
- Belediyelerdeki kayyumlar kaldırılmalı ve makamlar seçilmişlere devredilmeli, tutuklanan Belediye Başkanları derhal serbest bırakılmalıdır.
- HDP yöneticileri dahil tüm siyasi tutsaklar serbest bırakılmalıdır.
- HDK’ye yönelik soruşturma ve operasyonlara son verilmelidir.
- Düşünce suçlarına uygulanan cezalar kaldırılmalıdır.
- Yeni Anayasa çalışması demokratik toplum ilkelerine göre başlatılmalıdır.
- Sendikal hak ve özgürlükler üzerindeki kısıtlamalar ve örgütlenme yasakları kaldırılmalıdır.
- Siyasi Partiler Kanunu 78 ve 96.maddelerinde Komünist Parti örgütlenmesi üzerine olan yasak maddeleri kaldırılmalıdır.
- Asgari ücret en az 1000 Avro karşılığı TL değerine çıkarılmalıdır.
- Emekli aylıkları asgari ücret ile eşitlenmelidir.
- Rojava Kürdistanı’na yönelik sivilleri de hedef alan operasyonlar durdurulmalıdır.
- Rojava’nın statüsü tanınmalı ve dostane ilişkiler kurulmalıdır.
- Başure Kürdistanı’nda uçaklarla sivil halkın bombalanmasına ve SİHA suikastlerine son verilmelidir.
- TSK sınır ötesinde işgal ettiği topraklardan geri çekilmelidir.
- Başta Erdoğan olmak üzere hükümet yetkilileri kullandıkları provokatif kirli söylemleri terk etmelidir.
Ulusalcı, milliyetçi cenahtan çağrıya ve sürece itiraz eden güçlerin olması doğaldır. Devlet ve AKP içinde homojen bir yapı olmadığı bilinmektedir. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş çağrıdan birkaç gün önce “Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan yapacağı çağrı Türkiye için hayati önemdedir” derken, R.Tayyip Erdoğan çağrıdan iki gün sonra “Taş üstünde taş, omuz üzerinde baş bırakmayız” diyebilmektedir. CHP’nin bu sürece olumlu katkı sağlaması büyük önem taşımaktadır. Ancak bilmeliyiz ki CHP içinde de farklı yaklaşımların olacağı beklenmelidir.
“Sol” adına bu çağrıyı, teslimiyet ve uzlaşmacılık olarak değerlendiren kişi ve kurumlar, varsa Marksist-Leninist bilgi birikimlerini yeniden gözden geçirmelidirler. Bugüne kadar burunları dahi kanamadan oturdukları koltuklardan sadece eleştiri yapmayı alışkanlık haline getirenler yine benzer eğilimler içindedirler ve ortamı sözde “ilkeler” adına bulandırmaya çalışmaktadırlar. Bunların hiçbir değeri ve anlamı yoktur. Erdoğan’ın bu süreç sayesinde görev süresini uzatacağına dair yorumlar anlamsızdır. Kırk yıldır süren, onbinlerce insanın ölümüne, yerleşim alanlarının yakılıp yıkılmasına, zorunlu göçe neden olan bir savaşı durdurmaktan daha önemli hiçbir şey yoktur ve olamaz!
Abdullah Öcalan’ın gerekli koşullar yaratılırsa PKK’nin Kongre toplama ve kendini feshetme çağrısıyla TKP’nin likidasyonunu benzeştiren kişilere da bir sözümüz olacaktır. TKP likide edilirken savaşan ve gücünü koruyan bir örgüt durumundan çıkmıştı. 12 Eylül cuntası karşısında direnmek yerine geri çekilme taktiğini seçen ve daha sonra bunu bir politika yapma tarzı haline getiren en sonunda da “yenilenme ve yasallaşma” adına bir örgütü likide etmeye yeltenen yöneticiler ile hali hazırda mücadelenin her alanında barışçıl ve barışçıl olmayan metotlarla mücadele eden, milyonların desteğini almış bir hareketi karşılaştırmak abesle iştigaldir. Kürt özgürlük hareketine olan düşmanlığınızı açıkça ifade etmek yerine bu tür gerekçeler üretmeniz sizleri gülünç duruma düşürmektedir.
Sonuç olarak; Komünistler açısından Marks, Engels ve Lenin’in teorik zemininde, onların görüşlerini daha iyi irdeleyerek, ülkemiz ve günümüz koşullarına uyarlayarak, 21.Yüzyılda devrimci stratejiyi yeniden şekillendirmemiz gerekiyor. Bizler laf olsun diye komünist değiliz. Değişen dünya, bölge ve ülke şartlarına göre komünist stratejimizi geliştirmek ve politikalarımızı koşullara uygun hale getirmek zorundayız. Türkiye Komünist Partisi “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” çerçevesinde sınıf savaşımını yükseltmek, savaşsız ve sömürüsüz bir Türkiye’ye bir adım daha yaklaşmak için üzerine düşen öncü rolü oynayacaktır.
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komitesi

Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler