Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

GELECEK PERSPEKTİFİ

Başta Kürt halkının ve tüm Türkiye halklarının büyük umutla beklediği barış süreci masaya yatırıldı. İmralı heyeti, iktidar ile görüşürken; halkın iradesine kayyum atandı, Halkların Demokratik Kongresi’nin üyeleri gözaltına alındı. Gittikçe karmaşık hale gelen konjonktürü anlamak adına Dem Parti Erzurum Milletvekili ve Halkların Demokratik Kongresi Eş Sözcüsü Sayın Meral Danış Beştaş ile karşınızdayım!

MHP lideri Bahçeli, Abdullah Öcalan’ı meclise davet etti. Bu davet üzerine çok yorum yapıldı. Dikkat çeken yorumlardan biri şu; “Bahçeli konuştuğu zaman biz Devlet konuşmuş kabul ediyoruz çünkü Devlet projelerini açıklayan biri.”Bu bağlamda ki yorum ve görüşleri esas alırsak Bahçeli’nin barış sürecinde ki rolü nedir?

Kuşkusuz Sayın Bahçeli’nin çağrısı son derece önemli ve tarihi olarak da yeni bir dönemece işaret ediyordu.

Nitekim, Sayın Abdullah Öcalan tarafından yapılan 27.02.2025 tarihli açıklama da bu dönemecin geldiği aşamayı teyit etmiştir. Sayın Bahçeli’nin bu çağrısını, ilk andan itibaren de olumlu karşıladık. Bizler yıllarını, hatta hayatlarını barış talebi ve mücadelesi içerisinde geçirenler, çok iyi anlayacaklardır ki bir barış çağrısının kendisidir aslolan ve bunun dillendirilmiş olmasıdır. A şahsı, B şahsı diye bakmıyoruz. Kaldı ki bizim dünyaya bakışımız, perspektifimiz de bu yönlüdür. Bakın yıllarca evlatlarını yitirmiş beyaz tülbentli annelerimizin duruşuna, orada görürsünüz bizlerin de durduğu yeri! Onlar yiten evlatlarının ardından hiçbir zaman hiç kimseye lanet okumadılar, her daim gözyaşlarını silip, biz barış istiyoruz diyerek yollar kat ettiler. Ve elbette Sayın Bahçeli’nin süreçteki rolünü anlamlı ve değerli buluyoruz. Halkların “artık silahlar sussun, barış istiyoruz” yönlü taleplerini duymak ve bu sese karşılık vermek siyasette erdemli bir duruşun simgesidir. Hakeza Bahçeli’nin İmralı tecridini “tecrit” olarak tanımlamış olması ve “Gelip Meclis’te konuşsun. Sonra DEM Parti ile görüşsün” şeklindeki söylemleri süreçte ön açıcı olmuştur. Bunlar olması gereken, olumlu adımlardır ve devamının gelmesi, coğrafyamızı gönendirecektir. 

İmralı heyeti iktidar ile görüşme yaptı; “Tecrit kalkacak, kayyumlar gidecek, siyasi tutsaklar – Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve daha niceleri – özgür olacak!..” söylemleri sürerken antidemokratik kabul edilen kayyımlar atandı. Çözüm sürecinde kayyım atamalarının yapılmasını nasıl yorumlamalıyız? Örneğin; “Çözüm süreci diyalogları başarısız oldu.” diyebilir miyiz?

Elbette barışa bir adım atıldıysa, bir diyalog kurulduysa bunun gereği, taraflardan birisini nefessiz bırakmak değil, eşitler arası bir zeminin oluşmasını sağlamaktır. Bizler sürecin en başından beri, çözüm ve barışa dair gelişmeler karşısında, hassas davrandık, barış ihtimalini neredeyse pamuklara sardık. Fakat iktidarı adeta bir tufan gibi halkımızın iradesinin üzerinde esti durdu! Bu olabilir mi? Üstelik yaptığı şey ne hukuka sığar ne Türkiye’nin mevcut yasalarına ne de taraf olduğu anlaşmalara. Bir kere, kayyım atanan belediyelerimizde belediye başkanlarımıza atfedilecek tek bir suç yok ortada. Hem suç oluştur, hem de buna kamuoyunu inandır, hem de halkın iradesini gasp ederek belediye koltuklarına kayyım oturt. Bu kayyım atamalarını elbette “çözüm süreci diyalogları başarısız oldu” diye okuyamayız. Zira gelinen aşama ortada! Sayın Öcalan, tüm bu coğrafya ve halklar için evrensel, uzun erimli, gelişkin bir perspektif ortaya koymuştur. Böylesi tarihi ve önemli bir perspektif karşısında iktidarın kayyım pratiği ancak ve ancak bir bencilliğin ve kendisi dışındakini görememenin ürünüdür. Salt kendi bekası ve oturduğu koltuk uğruna koskoca bir halklar coğrafyasını ateşe atabilme zihniyetinin bir yansıması olarak okuyacağımız bu gelişmeler tehdit içeriyor. Elbette bu gelişmeler halkta ve toplumda güvensizlik yaratıyor. Bunun farkındayız. Ancak şunun da farkındayız, iktidar bu tür tehlikeli yöntemlerden vazgeçecektir, çünkü bu yöntemler halkı kışkırtmaya ve toplumsal kırılmaya hizmet eder, barışa değil.

Kayyım atamaları yanı sıra Halkların Demokratik Kongresi üyelerine gözaltı operasyonları yapıldı. Bu tepkilerden ne gibi dersler çıkarılmalı?

Evet, HDK de iktidarın radarına girmiş demek ki, tüm düğmelere basarken HDK düğmesine de basıldı. Önce İstanbul Barosu’nu kriminalize hale getirmek adına Baro YK Üyesi Fırat Epözdemir HDK delegesi olduğu için;Kartal ve Ataşehir belediyeleri ile Üsküdar, Sancaktepe, Fatih, Tuzla, Adalar, Şişli ve Beyoğlu belediyeleri meclis üyeleri HDK üyesi oldukları gerekçesiyle “kent uzlaşısı”nıkriminalize etmek için gözaltına alınmışlardı. Akabinde ise 30 arkadaşımız daha gözaltına alındı. Gerekçe ne diye sorsanız, emin olun HDK’nin kapısının önünden geçen herkesi bir biçimde listeye eklemleyip “terörist” yaftasını yapıştırmışlar. Amaç burada muhalefeti ayrıştırarak muhalefetin etki gücünü zayıflatmak. Barışa açılan bir yolda, barış taleplerini kısırlaştırma adına güdülen bir amaç var ortada. Yoksa 2011 yılından beri faaliyet yürüten HDK birden bire nasıl suç örgütü oluversin! Buradan bir ders çıkarmak değil tam da buradan HDK’nin aslında bu toplumun bir prototipi olduğunu izah etmek, HDK fikriyatını topluma aktarmak önemli olan. İktidarın herşeyi kolayca nasıl kriminalize ettiğini biliyoruz. Bakın bir tahliye kararı veren yargıcın görevi değiştiriliveriyor bu ülkede. HDK, kadına şiddete, doğa talanına, iş cinayetlerine, toplumsal adaletsizliğe karşı duran bir platform. Buradan suç çıkmaz. Suç olanın, HDK’den suçlu çıkarmak olduğunu bir kez daha ifade etmek isterim.

Barışa yönelik toplumsal mutabakatın sürdürülmesi için hangi aktörler devreye girmeli ya da hangi mekanizmalar geliştirilmeli?

Barış süreçlerinde güven artırıcı önlemlerin alınması ve geliştirilmesi noktasında şüphesiz parlamentoya oldukça görev düşüyor. Zira çeşitli yasal düzenlemelerin yapılması, demokratikleşme adımlarının atılması için parlamento görev üstlenmelidir. Kaldı ki Meclis, “egemenliğin kayıtsız şartsız milletin” olduğunun vurgulandığı ve yaşama geçtiği en önemli zemin! Bu bahisle milletvekillerinin tarihi ve vicdani sorumluluğu bulunuyor. Öte yandan STK’ler, sendikalar, meslek örgütleri, kadınlar, gençler, dernekler ve benzeri oluşumların taleplerini dile getirebilmeleri, sürece katkı sunmaları önemli ve kıymetli olacaktır. Ve katiyetle ve defaetle dile getirmekte fayda var ki, Sayın Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılmalı ve çalışma koşulları sağlanmalıdır. Netice itibariyle ise her birimize büyük görev düşüyor, barışı büyütmek, örmek, savunmak noktasında. Son derece kırılgan ve hassas bu süreci sesimizi duyarak ve duyurarak büyüteceğiz.

Yalnızca Kürtler’in değil, tüm Türkiye halklarının geleceğinin perspektifini oluşturacak olan ‘barışın sesi’ uzaktan hoş geliyor. Peki, barış gelecek mi?

Barış gelecek. Durdurabilir misiniz coşkun akan bir ırmağın suyunu? Halk içerisinde büyük bir coşku ile yıllardır barışı bekledi. Şu an bir ihtimal doğmuş, halklar bu ihtimalin peşini kolay kolay bırakır mı? Tarihte de bazı gelişmeler vardır ki, buna konulan hiçbir bariyer engelleyemez toplumun taleplerini. An itibariyle ülke halkları öyle bir dönemeçte ki, ya bu barışı kuracağız, öreceğiz ya da bizler, çocuklarımız, torunlarımız bir yüz yıl daha kaybedecek! Böylesi bir lüksümüz var mı? Herbirimiz doğduğumuz andan itibaren ayrımcılık, ağır hak ihlalleri, faili meçhuller, katliamlar gördük… Ölümler gördük, ölümler yaşadık. İçine doğduğumuz hayatı, coğrafyayı güzelleştirmek varken karanlığa gömme riskini kimse göze alamaz! Vicdanı olan hiç kimsenin de göze almaması gerekir. Aksi insanlık suçu olur. Barışın sesi uzaktan hoş geliyorsa, yakından nasıldır onu bir düşünün hele! Bizlerin, her birimizin çocukları, torunları daha özgür, adil ve eşit bir dünyada yaşamayı hak etmiyor mu? Bu kadim ve güzel coğrafyayı daha bir eşsiz kılmak hepimizin görevi çünkü bunu hepimiz hak ediyoruz, çoktan hak ettik!

Teşekkür ederim.

Kübra Özyurt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir