Öcalan’ın sihirli değneği
Oğuzhan Kayserilioğlu
Türkiye’nin “atanmış vali” olarak Suriye’ye dayattığı “Türkiye modeli”, “Tek bayrak, Tek mezhep, Tek dil”..vb. ana yönelimi ve bağlı olarak “İyi Kürtler, iyi Aleviler, iyi Dürziler, iyi Hristiyanlar” ve “Terörist Kürtler, Aleviler, Dürziler, Hristiyanlar”…nvb. söylemleriyle yürütülmek istenmektedir. Bu tutum, zaten var olan kaosu derinleştirmekten başka sonuç üretemez.
Her ne kadar her taraftan ve her an gelen sesler ve görüntüler “Suriye’de Türkiye kazandı!” iddialarına inanmamızı istese de, hep vurguladık gene yazalım; kazanan ABD-İngiltere-İsrail eksenidir; Türkiye de evet kazanmıştır, ama eksenin asıl elemanı değil yerel yürütücüsü, görevlisidir!
Türkiye böyle davranarak Rusya ile kurduğu dengeyi bozdu; Rusya ise, Rusya’da 1 milyar dolar yıllık cirosu ve 150 milyon dolar yıllık kazancı olan TÜSİAD YİK üyesi Özilhan’ın Yazıcı ailesiyle ortak olarak sahibi olduğu Anadolu Grubu’nun bira fabrikalarına kayyım atayıverdi! Bakalım daha neler olacak!
Türkiye, Suriye’deki “görevini” başardığı sürece ve başarısı oranında inisiyatif kazanacaktır. Görevi, ABD-İngiltere-İsrail ekseninin Orta Doğu’nun bütününü (yani Irak, İran ve Türkiye dahil) kendi çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemesine yerel ve Müslüman güç olarak katılmaktır.
Eh, “Bal tutan parmağını yalar!” O arada koparıp alabildiğini de cebine atacaktır. “5’li çete” olarak adlandırılan iktidar yancısı vurguncu sermaye gruplarının şimdiden ellerini ovuşturduklarından eminiz değil mi; hiç yeri değilken okunan o “Fetih Suresi” bu vurgunculara verilen “Talana hazırlanın!” emri olarak tercüme edilirse gerçek anlamına kavuşacaktır.
Yolu açan İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım boyutundaki vahşi saldırısı, Lübnan’da Hizbullah’ı yenemese de ağır yaralı bir konuma sokması, sonrasında da önce yaptıklarının Suriye’de yarattığı alt-üst oluşa yönelmesi ve şimdi de Suriye’de yaşananlara dayanarak olası Irak ve İran alt-üst oluşlarına gözlerini dikmesi gerçekliğidir.
Suriye’de Colani’nin önünü açan ise, Bölge’nin birkaç yüzyıllık “belalısı” İngiltere ve ABD’dir!
İngiltere 20. yüzyılın başında ordusunun namlularının açtığı yoldan o dönem Osmanlı’ya ait olan Bölge’de hakimiyet kurdu. İngiliz hegemonyasına toplumsal meşruiyet kazandırabilmek için yerel işbirlikçileri eliyle örgütlediği İngiliz İslamcılığı mezhepçidir, mezhep çatışmasını körükleyerek İslam coğrafyasını kendisine bağlı halde tutmayı hedeflemektedir. Colani, günümüzdeki yürütücülerden birisidir.
Farklı hesaplar
Süreçten bir biçimde haberli olan ancak hedefin Halep’in ele geçirilmesi olduğunu hesaplayan Türkiye, hesapladığı Halep’e girişi Esad ve Rusya’ya nasıl kabul ettirebileceğinin ön çalışmalarını yaparken, beklenmeyen bir şekilde aniden Esad’ın devrilmesi ve Şam’ın ele geçirilmesiyle kısa bir şaşkınlık yaşadıktan sonra devreye girebildi.
İsrail’in “yerel güç” olarak tek başına süreci yürütemeyeceği açıktır. Türkiye’nin hem kapitalizmin gelişmişlik düzeyi hem coğrafyasının ve nüfusunun büyüklüğü hem de Müslüman toplumuyla Orta Doğu’nun yeniden örgütlenmesinin gereksindiği ek gücü İsrail’e sağlaması hedeflenmektedir. Bakmayın emperyalist zirvelerden aldığı o aldatıcı parlaklıktaki övülmelere, Türkiye “asıl” değil, “yardımcı” elemandır.
Peki, Türkiye eksenin “asıl elemanı” olabilir mi; bilmiyoruz, sorunun cevabı süreç içinde yaşanacak olanlar tarafından belirlenecek! “Asıl eleman” olabileceği gibi tam tersine “asıl elemanlar” tarafından “ameliyat masasına” da yatırılabilir.
Sırtında taşıdığı ağır yüklerle (demokrasi düşmanlığı, mezhepçilik ve Kürt düşmanlığıyla) yürüyerek Suriye’ye yüklenirse, ki 9 Aralık’tan şimdiye kadar yaşanan kısa sürede böyle davrandı, kaybedecektir. Fetih suresi okuma, Yeni-Osmanlı hayalleriyle süslenerek yapılan hesaplar, mezhepçi kışkırtmalar, Kürt düşmanlığını dayatma..vd. sonuç alamayacak maceracı yönelimlerdir.
Türkiye açısından Misak-ı Milli hedeflerine (Halep-Musul-Kerkük) ulaşmak ve Erdoğan’ı yaşanan “olağanüstü durumlar!” üzerinden yeniden “Başkan” seçmek sürecin hedeflenen zirvesidir. Tabii ki, sadece Türkiye açısından!
Eksenin esas güçleri ise, görülüğü kadarıyla İsrail’in güçlenmesini ve Türkiye’nin ise “özerk” davranma kapasitesi kazanamadığı bir “yardımcı” alt statüye yerleşmesini hedeflemektedir. O arada Türkiye ya olayların akışı içinde eğitilip dönüştürülecek ya da dönüşüm ona fiilen dayatılacaktır.
Atanmış valinin modeli
Türkiye’nin “atanmış vali” olarak Suriye’ye dayattığı “Türkiye modeli”, “Tek bayrak, Tek mezhep, Tek dil”..vb. ana yönelimi ve bağlı olarak “İyi Kürtler, iyi Aleviler, iyi Dürziler, iyi Hristiyanlar” ve “Terörist Kürtler, Aleviler, Dürziler, Hristiyanlar”…nvb. söylemleriyle yürütülmek istenmektedir. Bu tutum, zaten var olan kaosu derinleştirmekten başka sonuç üretemez.
En son Dürzülerin dini liderinin “Yeni anayasayı görmeden silahlarımızı bırakmayız” açıklaması, Kürtlerin Rojava’da özerk demokratik siyasal zemininde ısrar etmesi, silahsız Alevi sivillere ve Hristiyanlara uygulanan terörist saldırılar “Türkiye modelinin” ilk ürünleridir. Üstelik, şimdilik sadece Suriye’de olanlar eğer sürerse muhtemelen Türkiye’de yaşanacak benzerlerinin ilk işaretleridir.
Colani’nin Türkiye’ye karşı ABD-İngiltere dayanağı vardır, kritik sıkışma anlarında “İmdat Freni” olarak kullanılacaktır.
İşte, Bahçeli’nin Öcalan “kartını” kullanma gereksinimi böylesi derin açmazlardan çıkıp geliyor. Öyle ya, “Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan olunabilir!”
Uyum sağlamak için paradigma dönüşümü “rasyonel” bir alt-emperyalist tutum olacaktır. Ancak, “kurucu” paradigmadan kopuş da risklidir; o kopuşun nereye kadar uzanacağı belli olmaz.
Peki, şimdi olup bitenlerden o risk göze alınmış sonucunu mu yoksa “Osmanlı’da oyun çoktur” geleneği sürdürülerek Kürtler kandırılmaya çalışılıyor sonucunu mu çıkarmalıyız?
Önce köpürt, coştur, sonra…
Görev, sadece yapılacak hamleler değil, o hamleleri yaparken aynı zamanda bölgenin yeniden örgütlenmesinde Türkiye’ye yönelik hedeflerin gerçekleşebilmesi için zemin oluşturmaktır!
Nasıl yani, ne demek istiyoruz?
Suriye kaosuna çekilen Türkiye, orada hareket ettikçe yaşayacağı sarsıntılarla eğitilecektir! Türkiye, bizzat kendi iradesi ve gücüyle kendisini yontmaya zorlanacaktır! Sözgelimi son günlerde özelde Nusayrilere genelde bütün Alevilere yönelik yaşananlar böyle bir durumdur.
Suriye’de yaşananların yansımasıyla alışılagelen “Alevi düşmanlığı” hemen ortaya atlayıverdi, üstelik fiyakalı bir hamle yapıp “siyasal Alevilik” adlandırmasıyla!
Yalandan kim ölmüş; “PKK, CHP; gizli sol örgütler ve aslında bütün sosyalistler” aynı “siyasal Alevilik” kabının içine koyularak Alevilik ve Aleviler kendi gerçekliklerinden koparılarak nefret nesnesine dönüştürülüyor.
Yapanlar Alevi nefretini kusmak için fırsat buldukları için pek neşeli olsalar da, neyin hizmetinde olduklarının acaba farkındalar mı? Alevi “hamuru” daha çok su kaldırır; süreç hiç de sanıldığı gibi kolayca akarak yaşanmaz, neler olabileceğini herkes tahmin edebilir.
Öyle Maraş, Sivas heveslileri varsa da, hemen uyaralım, ABD-İngiltere-İsrail ekseninin hizmetindesiniz; sizi yönlendirenlere, önünüzde gidenlere ve yanınızdakilere daha dikkatli bakın! İşte, aynı durum Kürtler ve diğer bütün halklar ve inançlar için de geçerlidir.
Ülkenin tarihsel-toplumsal zenginlikleri şimdiye dek hep despotik baskı altında tutuldu, şimdi Suriye’ye yaptığı müdahale dolayımıyla ülkenin Bölge’de oluşan gerginliklerle iç içe geçmesiyle, “orası” ile “burası” arasında akışlar hızlanıp yoğunlaşacak! Barındırdığı toplumsal zenginlikler yaşanacak somut-tarihsel süreçte ya ülkenin güçlenmesinin itici gücü olacak ya da yaratacağı yıkımla “ameliyat masası” dinamiğini harekete geçirecek fay hatları olacaktır!
Sürecin sahiplerinden İngiltere “o işlerin” uzmanıdır; İttihatçıların liderlerinden Cemal Paşa’nın komutasındaki Osmanlı güçlerini levazım, silah ve sayı üstünlüğüyle girdiği savaşta yenip püskürten güçtür; şimdi “Yeni Osmanlı” iddiasındaki yerel işbirlikçilerle yol almak istiyor.
Sürecin hangi biçimde sonuçlanacağını bilemesek de, ki esas olarak sürecin içinde olup bitenler tarafından belirlenecektir; hangi biçime bürünürse bürünsün Orta Doğu’da oluşacak yeni statünün ya da statüsüzlüğün ABD-İngiltere-İsrail ekseninin ihtiyaçlarına uygun olması isteniyor.
Bölgenin tümünün, İran ve Türkiye dahil, ulus devletlerin emperyalist güçlerin ihtiyaçlarına uygun biçimlerde (parçalanma dahil) yeniden örgütlenerek, sermayenin kölesi bir ucuz emek cenneti ve maden arama coğrafyası haline dönüşmesi hedefleniyor.
Öcalanın büyüsü
Öcalan’ın önerdikleriyle ilgili ilk izlenim, emperyalist tuzakları bozacak “Demokratik” seçeneği işaret ederek Türkiye’ye yardımcı olduğudur. Bu duruş, yepyeni bir durum değil, önceki tutumlarının günümüzün somut koşullarında yeniden dillendirilmesidir.
O, uzun yıllardır sıkıştırıldığı hücresinden oluşan yeni durumu analiz ediyor ve “ayın karanlık yüzünde” kurulan “ameliyat masasına” giden yolun tam tersi yolu gösteriyor!
Eşit Yurttaşlık! Laiklik! Özgürlük! İnsanca Yaşam!
Alevi katliamlarının önünü açmak için çırpınan mezhepçiler ya da Kürtlerle savaşı sürdürmek isteyen “milliyetçi” ya da “ulusalcı” güçler ise, ABD-İngiltere-İsrail ekseninin hizmetindeler.
Öcalan elbette Kürt halkının önderi olarak Kürtlerin taleplerini de dillendirecektir, ama şimdi yaptığı açılım günümüzün küresel, bölgesel ve yerel koşullarının belirlemesiyle çok daha geniş bir alana yayılarak, Türkiye ve Bölge’nin tümüne yöneliktir.
Belki hücresinde tek başına çırpınan bir insan olarak küçümsenebilir, ama gücünü tarihin doğru tarafında durmaktan alıyor ve elbette hiç de yalnız değil!
Öcalan Türkiye egemenlerinin ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün Rojava’ya yönelik yaklaşımlarının anayasal özerklik hatta süreç içinde bağımsız devlet sonucuna varabileceğini hesaplayarak düştükleri “korkuyu” manivela yaparak yol almak istiyor.
TC ise, Öcalan’la “ev hapsi”, “bütün mahkumlara kısmi af” ve benzeri bazı kırıntı haklar üzerinden pazarlık yaparak Rojava’nın tasfiyesi hedefine ulaşabileceğini hesaplıyor.
Çete çetedir!
HTŞ ne kadar parlatılsa da bir çetedir ve “çete” kavramının bütün içerikleriyle doludur; yasasızdır, vurguncudur, iktidar düşkünü sergüzeştler tarafından yönetiliyor, toplumsal zenginlikleri “düşman” olarak görüp katliamlar düzenlemeye eğilimlidir, kendinden zayıfları ezerken güçlünün önünde eğilip kullanılmaya açıktır..vd. Kullanılıp atılmaları olasılığı vardır.
Colani, El Kaide militanı olarak yakalanıp koyulduğu ABD hapishanelerinden çıkıp gelmiştir; Foucault’nun “Hapishanenin Doğuşu” kitabında vurguladığı egemenlerin hapishaneleri suçluyu islah etmek amacıyla değil, suçu ve suçluyu oluştuğu halkın kontrol dışı alanından koparıp kontrole alıp örgütlemek ve “kontrollü örgütlü suç-suç örgütü” statüsüne yerleştirmek amacıyla kullandığı tespiti önemlidir.
HTŞ’nin mevcut yetmezlikleriyle Suriye’de düzen sağlayamaması ve İsrail’in de HTŞ ile oynayarak Suriye’deki kaosu derinleştirip deyim yerindeyse “Suriye’yi Gazzeleştirmesi” güçlü bir olasılıktır.
Yeni düzen mi; kendi yüzlerce yıllık geçmişe sahip metropol devletlerinde istikrarsızlık içinde çırpınanlar mı düzen kuracaklar; hem artık böyle kapasiteleri yok, ama HTŞ’nin “atanmasından” anlaşıldığı kadarıyla hem de zaten öyle bir hedefleri de yok!
Suriye, Irak ve İran’ın zayıf, korunmasız hale düşmeleri, etnik ve inanç farklılıklarından oluşan fay hatlarının sürekli kaşınması yoluyla sürekli kaos içinde çırpınmaları ve zenginliklerine yönelik emperyalist soyguna engel çıkaramayacak duruma düşmeleri “iyi” bir emperyalist hedeftir!
İşte, Türkiye’nin neşe içinde hoplaya zıplaya gittiği Suriye, öyle pek de neşeli bir yer değildir. Öcalan üzerinden Rojova ile yapılacak demokratik bir uzlaşma, Türkiye’yi dönüp kendisini de vuracak sert çalkantılardan koruyacaktır.
Bölgenin geleceği
İktidar çevreleri olup biteni “kardeşlik” maskesiyle gölgeledikleri basit bir “koşulsuz teslim olma” tutumuna indirgemek istiyorlar; hatta “Ya da..” diyerek pek de gizlemedikleri kanlı bir tasfiye tehdidi savuruyorlar.
Bunlar kendi alanlarında meşruiyet üretmek için söyleniyorsa sürecin ağırlığını tartmayan ucuz bir tutumdur; yok eğer gerçekse, o zaman hiçbir anayasal güvence almadan silahsız kalan Kürtlerin nasıl bir ses çıkarmaları istenecek, o da belli mi? Üstelik sadece Kürtler değil, aynı anda Aleviler, kadınlar, işçiler, komünistler de benzer baskılarla yüzleşeceklerdir.
Şayet diplomatik cümlelerle değil de gerçeğin diliyle konuşacak olursak taraflar zorunlu olarak masaya oturuyorlar.
Kürtler, asgari olarak onca yılın mücadelesinin ürünü olarak bir “ara toplam” yapmak istiyor; Rojava’yı şimdi üstünde yoğunlaşan gerilimlerden korumak, yerel yönetimlere kayyım uygulanmasını durdurmak, Öcalan’a serbestlik ya da ev hapsi ve elbette o arada yaşanacak sürecin zorlamasıyla devlette çözüm iradesi oluşursa süreci o hedefe doğru zorlamak!
Türkiye ise, tarihin bir şans olarak kendisine sunduğu Misak-ı Milli hedeflerine ulaşma fırsatını değerlendirmek, Suriye ile bir alt-sömürge olarak ilişkilenmek, Suriye’deki konumu üzerinden bölgesel hegemonya kurmak, olası Irak-İran yönelimlerinde rol alıp kazanan tarafta olmak, olup bitenlerin lideri olan Erdoğan’ın liderliğinin devamını sağlamak istiyor. Bu hedeflerine ulaşabilmek için Kürtlerin desteğine ihtiyacı var, onlarla savaşırken hedefine ulaşabilmesi imkansız hatta hedeflerinin tam tersine Suriye’deki kaosun Türkiye’ye sıçraması yaşanabilir. Hatta çözülmeyen Kürt sorunu hızla Türkiye’yi çözecek bir ağırlık kazanabilir.
ABD-İngiltere-İsrail ekseni ise, İsrail’in varlığının güçlenerek sürmesini, Arap coğrafyasında Sovyetlerin varlığından destek alınarak kurulan ulus devletlerin parçalanıp bütün coğrafyanın etnik ve inanç farklılıklarının kullanılmasıyla kendilerine muhtaç küçük parçacıklara bölünmesini, özellikle İran’ın iç savaş yoluyla çözülüp kontrole alınmasını hedefliyor. O arada, Bölge’nin bütün petrol ve doğal gaz kaynaklarına el koyulacak, yaşanan karışıklarda savaşan taraflara silah satılarak silah tekelleri güçlendirilecektir.
Bölge’nin geleceği kararsızlık, dengesizlik, geçicilik, oynaklık, kurulup bozulmalar, sarsıntılarla dolu; farklı iradeler sürekli çatışacak, dengeler kurulup bozulacak, yeniden kurulacak.
Yürünecek yol uzun, üstünde yürüyenlerden güç, irade, ustalık, soğukluk, kurnazlık talep ediyor.
Kaynak: Yeni Yaşam
Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler