Tokat’ın dağına, taşına ve insanların hayatına sinsice yerleşen asbest.
-Türkan Doğan-
görünmez bir düşmandır. Evlerin duvarına sıvanan, ocak da pişen yemeğin dumanına, çocukların nefesine karışan bu ölümcül madde, nesilden nesile süregelen bir lanet gibidir. Bizi hayatta tutan toprak, aynı zamanda içimize işlemiş bir zehir gibi kaderimizi şekillendirmektedir. Bu topraklarda yaşayan insanlar, göze görünmeyen ama ciğerlerine işleyen tanımadıkları bu düşmanla yaşamak zorunda kaldılar.
Bu durum, sadece bireysel bir trajedi değil; Tokat’ın, yoksul köylerinin, çocuklarının ve orada kök salan bir halkın paylaştığı ortak acıdır. Yoksulluk ve kısıtlı imkanlar, onları doğanın acımasız döngüsüne bağlarken, asbest gibi tehlikeleri göremeyecek kadar çaresiz bıraktı. Yaşamla ölüm arasında ince bir çizgide duran köyler, sessiz bir dinginlik içinde bu görünmez düşmanla birlikte yaşamaya devam etti. Dede ve ninelerimizden öğrendiğimiz gibi toprakla bütünleştik, o toprağı hayatımıza ve evlerimize işledik. Oysa bilmedik ki bu toprak, damarlarımıza ince ince işlenen bir zehri saklıyormuş.
Fakat bu hikaye yalnızca bir toprak parçasının hikayesi değil; insanların hayata tutunma çabalarının, aynı zamanda bu çabanın içinde gizlenmiş o amansız paradoksun hikayesidir. Asbest, bize bir ‘gerçek’ olarak dokunmadan önce, bir yaşam şeklinin parçasıydı. Tokat’ın taş duvarlı evleri, her yıl yeniden sıvaları tazelenen odaları, soğuk kış günlerinde korunak sağlayan çatısı, aslında bizi ölümcül bir kaderle buluşturuyordu. Çernobil faciası gibi, başka topraklardan gelip bizi bulan bir tehlike değildi bu; aksine kendi ellerimizle, kendi isteğimizle, evlerimizin içine ördüğümüz bir ölüm tuzağıydı.
Doğanın verdiğiyle yetinmeye mecbur olan insanlar olarak, bu zehirli yolda ilerlemeye devam ettik. Nefes aldığımız her an, sevdiklerimizin yanında geçirdiğimiz her gün, ciğerlerimize işleyen asbesti fark edememek, belki de kaderci bir sessizliği getirdi. Ölüm, ciğerlerimizde bir gölge gibi birikti ama o gölge, ancak hastalıkla yüzleştiğimizde fark edildi. Bu insanlık dramı, aynı zamanda az gelişmişliğin baskısıyla daha da ağırlaşmış bir yük haline geldi.
Bu, bir toplumun kader diyerek, sessizce kabullenerek yüklendiği ağır bir acıdır. Tokat’ın her çocuğu, her yaşlısı, evlerin duvarlarına sıvanmış bu beyaz tozun, bir ölüm habercisi olduğunu çok sonra öğrendi, belki de hiç öğrenemedi. Bu ölümcül gerçek sırrı, çaresizlikten sessizliğe mahkûm edilmemiz gibi kuşaklardan kuşaklara yayıldı. Ve her yıl kaybettiğimiz insanlar, bu toprağın getirdiği sessiz ama keskin bir vedaya mahkûm oldu.
Göğsümüze işlenen bu acı, aslında yaşananların, tarihin, toplumun ve doğanın iç içe geçtiği bir yazgı olduğunu anlatır. Bu hikaye, bir insanın değil, bir toplumun; yoksul bir yaşam biçiminin trajedisidir.
Ve bu toprağın çocukları, hala o taş duvarlı evlerde büyümekte; o beyaz tozu soluyarak yaşamaktadır. Tokat’ın asbestle yoğrulmuş hikayesi, aslında bizlerin o toprağa ve doğaya kök salma arzusunun bir bedelidir. Bu bedelin ağırlığını omuzlarımızda taşırken, toprağın ve doğanın bize sunduğu her hediyeyi, aynı zamanda onun gölgesiyle kabullenmeye devam ederiz.
Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler