Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel: “Esenyurt’tan Elimizi Çekmeyeceğiz”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM Grubu Çalışma ve Değerlendirme Toplantısında yaptığı konuşmada, “Bundan sonra Esenyurt‘tayız. Güne Esenyurt Belediyesi‘ndeki Meclis odamızdan başlayacağız. Esenyurt‘ta kayyum belediyesinin hangi arsayı kime peşkeş çektiklerini, hangi geçit vermediğimiz kaçak binaya evrak sevk ettiklerini, kayyumun yaptıklarını ve yapamadıklarını İBB‘nin yaptıklarını milletvekillerimiz anlatacak ilk 15 günlük acil eylem planında. Onlar devam ederse biz de mücadeleyi yükselteceğiz” dedi. Özel, “Kimse unutmasın ki ne kadar kötü de olsa gidişat, ne kadar bunaltsa da hepimizi, ne kadar kötümserliğimizden onlar kendilerine umut vaat etseler de Cumhuriyet Halk Partisi olarak grubuyla, yöneticileriyle, milletvekilleriyle, belediye başkanlarıyla, önceki genel başkanlarıyla, 1 milyon 600 bin üyesiyle biriz, bütünüz, hep birlikteyiz ve Türkiye için ayaktayız” ifadesini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM Grubu Çalışma ve Değerlendirme Toplantısının açılışında yaptığı konuşmada, “Hepimize Türkiye’nin en büyük ilçesi Esenyurt‘tan, dünyanın en güzel kenti İstanbul’dan güzel bir hafta sonu sabahında ağır bir gündemle hepinize merhaba, hepinize günaydınlar. Hepimiz burada çok önemli bir toplantı için birlikteyiz. Antalya’da yapacağımızı duyurduğumuz Meclis Grubu Çalışma ve Değerlendirme Toplantımızı Esenyurt Belediyemize yönelen demokrasi ve hukuk dışı saldırılar nedeniyle İstanbul’da gerçekleştiriyoruz” dedi.

Özel şunları kaydetti:

“ELİMİZİ ESENYURT’TAN ÇEKMEMEKTE KARARLIYIZ”

“Milletvekillerimizle üç gündür İstanbul’dayız. Bugün çalışmaya devam ediyoruz, yarın Parti Meclisimiz, partimizin en yüksek karar organına önerilerimizi sunmak, grubumuzun kararlılığın ifade etmek üzere bugün bir kez daha kapalı grupta çok kıymetli önerileri, tartışmaları gerçekleştireceğiz. Esenyurt’tan, Esenyurt halkının seçme iradesine yapılan darbeyi püskürtene kadar ve İstanbul’un, Türkiye’nin seçme iradesine uzatılmaya niyetlenilen o eli boş döndürene kadar, hep birlikte elimizi Esenyurt’un üzerinden çekmeme noktasında sonuna kadar kararlıyız.”

“DEVLET AHMET ÖZER’E TEMİZ KAĞIDI VERDİ”

“Ülke olarak demokratik standartların, hukuk devleti ilkelerinin ayaklar altına alındığı bir dönemden geçiyoruz. Türkiye’nin en büyük ilçesinin belediye başkanı bundan yedi ay önce, sekiz ay önce devlete başvurdu ve dedi ki, ‘Esenyurt‘ta partimden aday olmak istiyorum.’ Esenyurtlular yaklaşan seçimlerden dolayı yerleşik kamu düzeni içinde devlete sordular, ‘Bu kente bir belediye başkanı seçmek istiyorum, hangi adaylar uygundur, hangisine oy verebilirim? İçinde, geçmişinde kirlilik, hatalar, suçlar ve seçmeme engel sorunlar olan varsa hukuk devletiyiz aman ha karşıma çıkarma.’ Devlet Ahmet Özer’e temiz kağıdı verdi. Dedi ki, ‘An itibari ile belediye başkanı olabilecek durumdasın. Bu talebin devlet katında ve hukuk devleti zemininde meşrudur.’ Esenyurtlulara dedi ki, ‘Bu adaylardan birini seçebilirsin. Pusulayı basıyorum, önüne koyuyorum. Bunlar herhangi biri, sen kimi tercih edersen bu pusuladakiler aday olabilirler, bunların örneğin terörist olmadıklarını ben kefilim’ dedi devlet. Pusulayı bastı, yolladı. Esenyurtlularda her iki kişiden biri, Prof. Dr. Ahmet Özer’i, 40 yıllık bilim insanı, akademisyen, kanaat önderi, söylediği sözün Esenyurt‘ta, Mersin’de, Türkiye’de büyük önemi olan Ahmet Özer’i seçmeyi tercih ettiler.”

“HER BİRİMİZ KENT SUÇLARI MÜZESİNİ GEZİYORUZ HER GÜN”

“Ahmet Özer’in yerine Sayın Erdoğan’ın gösterdiği aday onun neredeyse yarısı kadar oy aldı. Esenyurtlular dedi ki, ‘Esenyurt’u kimin yöneteceğini ben karar vereceğim ve kararım budur.’ Bu karara şimdi reaksiyon gösterenlerin şöyle bir reaksiyon göstermesi gerekiyor. ‘Biz nerede hata yaptık? Biz 2004 ile 2019 arası bu kenti yönettik. 2019’da hayır artık siz yönetmeyeceksiniz diyen, görevi CHP’ye verenler, 2024’te de CHP’den bir belediye başkanına daha görev verdiler. Dönüp bize vermediler. Biz bu kente ne yaptık da gönüllerden düştük’ diye düşünmeleri gerekiyor. Şunu yaptılar, önce işe biraz da oradan bakalım. Bu kent 2004’te AK Parti‘ye geçtiğinde nüfusu 100 binin altındaydı bu ilçenin. Geri aldığımızda 2019’da 1 milyonun üstündeydi. Esenyurt’u bilerek Esenyurt sınırında uygun olan bu mekandayız ve aslında her birimiz kent suçları müzesini geziyoruz her gün. Otelin camından dışarı baktığımızda, aracımıza binip ilçe başkanlığımıza gittiğimizde, Esenyurt’un sokaklarında gezdiğimizde bir açık hava müzesi burası, kent suçları müzesi. Küçücük parsellerin sınırsız yüksekliklere kavuşturulduğu, arasından rüzgâr geçmeyen blokların olduğu, altyapının 1 milyon kişiyi, 100 binlik bir kente veya belki 250, 300 bine ulaşması gereken bir kente 1 milyon kişinin sıkış tepiş doldurulduğu yerde kent suçları işlenmiş. Ve şimdi bu kentte bir çok başka suç işleniyor, Türkiye’nin suç potansiyelinde en yüksek olduğu kent noktasına, AKP’nin hem belediyecilik anlayışının yarattığı yoğunluk hem de kamu yönetimindeki acizliklerinden dolayı Esenyurt bu hale gelmiş.”

“ESENYURTLULAR ‘YETER, DÜŞÜN YAKAMIZDAN’ DEDİLER”

“Esenyurtlular 2019’da ‘Yeter, düşün yakamızdan’ dediler. Ve belediyeyi CHP’ye verdiler. Beş yıl boyunca onların yine bütün kötülüklerine ve tüm belediyelerimize yaptığı gibi yönettiğimiz kentte bu kez gösterdiğimiz aday iki kişiden birinin oyunu alarak Esenyurt’a Belediye Başkanı seçildi. Esenyurtlular şunu görüyorlar, Esenyurt’un sınırında bir ilçe var. O ilçenin adı Beylikdüzü. Esenyurt’ta 15 yıl boyunca AK Parti belediyeciliği, nefes alamaz bir kent, yüksek bloklar, buraya bu ruhsatı kim niye vermiş diye insanın aklının almayıp sonra işte bu kenti bu yüzden bu hale getirdiler, bu ruhsatları verenler, kenti değil rantı düşünenlerdi, yağmaladılar burayı diye bakıyorsunuz ve dönüp yolun öbür tarafında eşzamanlı Cumhuriyet Halk Partisi tarafından yönetilen ve o kenti yönettikten sonra bir başka Cumhuriyet Halk Partiliye onurla, gururla devreden ve kendisi yine 16 milyon İstanbullu‘nun geçmiş dönemde Beylikdüzü’nün hakkını, hukukunu koruduğu için bu sefer İstanbul’un muhafızlığına görevlendirilen biri tarafından yönetilmiş. Burada böyle bir utanç, burada kent yönetimine uygun, insana saygılı, herkesin özenerek, imrenerek baktığı bir Beylikdüzü var. Şimdi karşımızda Recep Tayyip Erdoğan ve onun atadıklarının bu hale getirdiği Esenyurt ve karşısında biraz önce de buradan ev sahipliğimizi yapan, bize içinde bulunduğumuz durumu tahlil eden Ekrem İmamoğlu‘nun belediyeciliğe başladığı ve bugünlere geldiği, karşısında da Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bir kez bile seçim kazanamadığı Ekrem İmamoğlu ve onun şahsında temiz, dürüst, şeffaf, rantın değil kentin dostu Cumhuriyet Halk Partisi belediyeciliği var. O yüzden bugün buradayız.”

“ESENYURT VE BEYLİKDÜZÜ GECE VE GÜNDÜZ GİBİ”

“Aslında büyük bir rezalet yaşanırken önümüze demokratik anlamda ve bir mücadeleyi yükseltmenin yanında bir rezaleti ifşa etmenin imkanını sunan bir durumla karşı karşıyayız. Ahmet Özer orada özgürlüğü kısıtlı, büyük haksızlığa uğruyor ama gündüzle gece gibi tablonun önümüze serilmesi ve herkesin buna şahitlik etmesine imkan tanıyan Esenyurt kent suçları müzesi ile, Beylikdüzü, ‘Biz Esenyurt gibi olmadık çünkü o anlayışla yönetilmedik’ diye karşı taraftan bize güneş gibi parlayan bir ilçe var. Ayrıca bu Esenyurt, 1 milyon kişi yapılırken bir de bir umutları çalınmışlar kenti var. Bir ilçe daha var İstanbul’da, İstanbul’un 40’ıncı ilçesi var. O ilçeyi yaratan da yine AK Parti anlayışı. Ama o ilçede oturanların evi yok, tapusu yok, toprağı yok, bahçesi yok, başvurduklarında dertlerini anlatabilecekleri bir devlet yok. Esenyurt‘ta 30 bin konut mağduru var. Yani o katları yaparken, o gözü dönmez anlayış, dört olmaz sekiz olsun, 12 olsun, 16 olsun dersen, burada kaç kat var sorgulamayan, ‘Nasıl olsa müteahhitimiz bir şekilde çözüyor, kervan yolda düzülüyor, gökyüzüne yükselirken bu işler bir şekilde halloluyor’ diyen anlayış, olmayan 12 ile 16’ncı kat arasında daire satmış. Ya da aynı alınacak katı başka başka başka insanlara satmış. 30 bin konut mağduru. 150 bin kişilik bir ilçe kayıp İstanbul’da. 40’ncı ilçe. Bunu da yapan Esenyurt’taki AK Parti Belediyeciliğidir. Bunu yapan AK Parti’nin şehir yönetimine bakış açısıdır. Şımarttığı müteahhitleri, sırtını sıvaladıkları, suçunu örttükleri, ‘Sen sat, topu bize at’ dedikleri, ‘Sen sat gönlümüzü yap, hallederiz’ dediklerinin arsızlık sınırı sınırı sınırı arşa varınca gücünün bir yerden sonra yetemediği yerde ya da milletin derdini anlatamadığı yerde 150 bin kişinin oturacağı bir kent kayıptır. Esenyurt’un üstünde bir utanç ilçesi durmaktadır. Basacağı toprağı, açacağı kapısı, başına sokacağı konutu yoktur. Gelecekleri çalınmış, umutlari çalışmış insanlar vardır. O yüzden eğri oturup doğru konuşalım. Bu Esenyurt’u alamadılar, alamayacaklardı. Bu İstanbul’u bir daha alamadılar ve alamayacaklar. Ve bu yüzden 31 Mart‘ta millete gittik, dedik ki ‘Sen karar ver. Milletin kararına karşı bir faaliyettir bu. Ahmet Özer semboldür, simgedir, kurbandır. Esas mesele milletin yapamadığını, kayyum eliyle, milletten alamadığı yetkiyi İçişleri Bakanlığı’nın OHAL’de kendisine tanınmış haksız, hukuksuz anayasaya aykırı yetkisini kullanarak, istikamet dayatılan ne Ahmet Özer‘dir ne Cumhuriyet Halk Partisidir. Biz onların mücadele ettikleri ve belini kırmaya, boynunu bükmeye çalıştıklarıyız. Bir santim eğilmiyoruz, bir adım geri gitmiyoruz. İstikamet vermeye çalıştıkları 1 milyon Esenyurtlu, 16 milyon İstanbulludur. Siz bilmezsiniz, Tayyip Bey bilir Esenyurt’u kimin yöneteceğini. Siz bilmezsiniz Tayyip Bey hazmedemiyor İstanbul’u kimin yönettiğine. Hazmedemiyor bu başarıları, bükemediğimiz bilekleri kırmaya çalışıyoruz elimizdeki devlet imkanlarıyla.’ Meselenin özü ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin sözü budur. Ve bu yüzden bu işlere kalkışanlar, bu inançlara bulaşıyorlar.”

“SİİRT ÜÇLEMESİ, ERDOĞAN, AK PARTİ’NİN DEMOKRASİ ANLAYIŞI BUDUR”

“Bakın bir üçleme var Türkiye siyasetinde, Siirt üçlemesi. Tayyip Erdoğan bu şehri yönetirken pek de böyle bu şehirde bolca yurt dışı geziler yapıyorken, Siirt’e gitmişken Siirt meydanda bir şiir okudu. Okuduğu şiirden dolayı kendisine dava açıldı ve o şiirden dolayı siyasi yasaklı haline geldi. Cumhuriyet Halk Partisi seçimlerde, seçimlere girme hakkı olmayan ve o dönem haksızca ve seçmeni tahrik edercesine birileri tarafından, ‘Muhtar bile olamaz’ denilen kişinin partisi seçimleri kazanınca ve o kişi parlamento dışında olunca Cumhuriyet Halk Partisi, ‘Böyle olmaz’ demiştir. ‘Bir ülkeyi kimin yöneteceğine yargıçlar değil millet karar verir’ demiştir. Erdoğan’ın yasağını kaldıracak, onu yeniden milletvekili ve sonrasında başbakan olabileceği anayasa değişikliğini önermiş, birlikte bunu gerçekleştirmiş ve Erdoğan, partisi birinci olduğu halde seçilemeyen Erdoğan, artık seçilebilir statüde olduğu için ona alan açmak için Erdoğan’la birlikte Siirt’teki milletvekillerini istifa ettirmiş, ne tesadüftür ki o şiirin okunduğu Siirt’te yapılan ara seçimlerde Erdoğan milletvekili ve başbakan olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi o günkü yöneticileri halen daha bazılarının çok eleştirdiği kararlara, ‘Millet birini seçtiyse kararı millet verir, hakimler veremez, hakimler ülkeyi kimin yöneteceğine ilişkin ön kesemezler’ kararlılığıyla, Siirt üzerinden Erdoğan’ın başbakanlığına geçmesini sağlamıştır. Siirt’in üçlemesi şudur, o Erdoğan Siirt’te yasaklı olan, Siirt’ten önüne parlamentoya girme yolu açılan Erdoğan, Siirtlilerin 2019’da yüzde 70 oyla seçtikleri belediyesine kayyum atamıştır. Siirt üçlemesi budur. Erdoğan budur, AK Parti’nin demokrasi anlayışı budur.”

“‘TERÖRİST’ DEDİKLERİNDEN KALAN YÖNTEMLERLE KAPIYI ÇALIP…”

“Bu kayyum siyaseti, kendi mağduriyetinde, kendi gördüğü kötü muameleden mağduriyet devşiren, bunun üzerinden siyaseten güçlenen ama günü geldiğinde Siirt’e kayyum atamaya tenezzül eden anlayış şimdi Esenyurt’a ya yolladığın adam 2004’ten 2017’ye kadar 13 yıl, canına okudu buranın. Sonra sen dedin ki, ‘Hatamı biliyorum, kusurumu biliyorum, metal yorgunluğudur, bu birkaçı ya FETÖ’cüdür ya hırsızdır. İstifa etmeyene ben ne yapacağımı bilirim deyince, korktu kaçtı istifa etti ama 2019’da ben de burayı CHP’ye verdim.’ Şimdi o adam üç gün önce diyor ki, ‘Esenyurt’a geri dönüyoruz.’ Daha mahkeme karar vermeden basın yazıyor, oralar, buralar yazıyor, ‘kayyum atıyoruz.’ O kadar vali yardımcısı varken özel seçilen kullanışlı bir kaymakama bir günlüğüne vali yardımcısı yapıp Esenyurt’a hazırlarken daha mahkeme kararını vermemiş, sen gidiyorsun orada kaymakamı bir günlüğüne kararname ile vali yardımcısı atıyorsun ve ardından onu başlayacak operasyonun sonucunda varılacak sonuca göre kayyum olarak oraya hazırlıyorsun. Bunun hukuk devleti olduğunu savunan içişleri Bakanına, ‘Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir, yargısı bağımsızdır’ diye açıklama yapan Adalet Bakanı’na söyleyecek sözüm yok. Niye yok biliyor musun? Hepiniz aynı kötücül oyunun içinde, size biçilmiş rolleri üstlenenlersiniz. Ama Türkiye’yi yöneten akıl, Siirt üçlemesine tenezzül eden akıl, Esenyurt’a ‘Bırak artık biz karar verelim’ diyenlere, ‘Siz karar veremezsiniz, biz karar veririz’ diyen akıldır. Ve süreç tam öğrendikleri gibi yani zamanında etle tırnaktılar, ne istedilerse verdiler ‘Canım hocam…’ Sonra günü gelip altlarına çektikleri tankla milletimizi ezmeye kalkınca, altlarına verdikleri F 16 ile Meclisi bombalayınca, ‘Bunlar teröristmiş, onlar kötüydü biz iyiyiz.’ Şimdi o ‘terörist’ dediklerinden kalan yöntemlerle sabah 05.00’te kapıyı çalıp da… Ne 05.00’te kapısı ya bir telefonda çağırsan gidecek, zaten kaçıp giderse ondan kurtulursun, kaçar mı? Niye kaçsın yüzde 50 oy almış burada. Çağırsan ifadeye gelir, yok çilingir, koçbaşı. Hanımefendi çıkıyor korkuyla hırsız mı var ne oldu diye kadını ite kaka duvarlara ittiler. ‘Ben uyandırayım Ahmet beyi’ diyor, ‘Yatak odasında’ diyor ‘Ne yapıyorsunuz’ diyor. ‘Biz kaldırırız’ diyor. Bu prosedür, sordum öğrendim. Sadece girilen evde canlı bomba veya bomba tuzaklanma ihtimali varsa yapılırmış. Yani oraya özel ekiplerin girip özel teknikle gözaltına alma ihtiyacı sadece canlı bomba ihtimalinde var. Ama onlar sabah beşte eşiyle birlikte kaldığı odaya, eşine ‘Uyandır gelsin’ bırakın kapıyı çalmak, bırakın telefonla çağırmak, yatak odasına dalıp uyuyan belediye başkanını uyandırmaya tenezzül edecek bu tacizi, bu aşağılamayı yapacak kadar bir gözü dönmüşlüğün içindeyiz. Bunu da görelim.”

“DERGİ, TASLAK, KİTAPTAN TUTUKLAMA GEREKÇESİ ÜRETİYORLAR”

“Aynı anda belediyenin kapısında, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ yazıyor. O ‘terörist’ dediğiniz Ahmet Özer gelip o yazıyı sökmedi ama siz aldığınız belediyelerde o yazıları sökenlersiniz. Türkiye Cumhuriyeti’nin belediyesine koçbaşı ile girenler, balyozla girenler, çağırsan evi belli, yeri belli, yurdu belli, belediyenin o kapısının anahtarının bekçisi belli. Beklesen sabah onlarla bir girsen? Aceleyle giriyor. Yine de yetişiyoruz, yine de belediye başkan yardımcımız avukat kimliğini gösteriyor. ‘Belediyede arama yapılırken odasında ben olmalıyım’ diyor, ‘Avukatıyım’ diyor, evine arama yapılırken avukatlar bırakın eve, apartmana, sokağa sokulmuyor. Ve orada bulduklarını iddia ettikleri bir dergi, bir taslak, kitap, bir bilmem neden tutuklama gerekçesi üretiyorlar. Vallahi Fetullah Gülen hayatta olsa gelir omzunuzdan öper. ‘Bu kadarını biz bile yapmamıştık.’

“BU MUAMELEYİ AYNEN SİZE YAPARSAK HEPİNİZ TERÖRİST OLURSUNUZ”

“Bu yüzden bir büyük organize planlı kötülüğün içinde bulunanları en net şekilde izliyoruz. O yüzden telaşları. Söylediğimiz sözlere verdikleri alerjik reaksiyonlar, o yüzden. Ne demişiz? Demin Ekrem Başkan bir kısmını tekrar etti. Dediğim şu bana açtığı dava, 10 yıldır takip ediyoruz altı ay önce temiz kağıdı veriyoruz 10 yıldır takip ediyoruz on yıl öncesinden teröristlerle irtibat vurguları, belgeleri. Dediğim şu, ‘Kardeşim 10 yıl geride terörist arayacak olursan AK Parti’de grup kuracak milletvekili kalmaz, sayıları 20’nin altına düşer. On yıl önce Fetullah Gülen‘e terörist diyen var mıydı? Ya da o örgütün içinden 2016’dan sonra yargı süreçlerinin sonunda terör örgütü üyesi olmaktan ceza alanlarla bir telefon görüşmesi yapan desen bir dön bak bakalım kaç tane AK Partili kalıyor? Benim dediğim şu değil. Ben ‘AK Partililerin hepsi teröristtir’ demiyorum. Diyorum ki ‘Bu muameleyi aynen size yaparsak hepiniz terörist olursunuz’ diyorum. AK Partililere, bakanlarına, İçişleri Bakanı’na, Adalet Bakanı’na ve yöneticilerine AK Parti üyelerine terörist diyen AK Parti’nin terörist tanımıdır. Ben ne bakanlara ne AK Parti üyelerine terörist demeyi kendimde bu hakkı yetkiyi görmem. Bu yetki, hukuk devletlerinde yargılamanın sonunda kesinleşen kararla olur. Ama bugün gözaltına aldıkları Ahmet Özer’e kayyum atadıkları yazının ilk paragrafında ‘PKK terör örgütü üyesi olma suçundan tutuklanan’ diye yazıyor. Yahu iddiasıyla diyeceksin iddiasıyla.”

“ESAS MESELE NE KADAR HAKSIZ OLDUKLARI”

“Koskoca İçişleri Bakanlığı kayyum atamış, yazı yayınlıyor ve diyor ki ‘PKK üyesi olması suçundan tutuklanan’. İddiasıyla tutuklandı. Böyle bir şey var mı yok mu önce iddianameyi göreceğiz. Sonra yargılamayı göreceğiz. Birinci kademe mahkeme kararını verecek. Velev ki dediğini yaptı, istinafı bekleyeceğiz. Velev ki onadı Yargıtay‘ı bekleyeceğiz. Yıllar sonra ortaya çıkabilecek içinde en kutsal hak olan savunma hakkının bu yalan delilleri ifşa etme hakkının olduğu bütün süreçleri değersizleştiririp ‘PKK terör örgütü üyesi olma suçundan tutuklanan’. Bunu diyen kişi İçişleri Bakanı. Bu ülkede hepimizin canı, hepimizin geleceği, hepimizin evladı, hepimizin malı bunlara emanet. Jandarma ona bağlı, polis ona bağlı, istihbarat örgütleri ona bağlı. Ve bir kumpasın bir parçası olabilmiş bu anlayışa bakın. Bunları söyledik diye bu kadar da söylemedim. Eğer dün söylediğim 1 milyonsa bu söylediğim 10 milyon. Dava açıyorlar. Açsın umurumuzda değil. Vız gelir tırıs gider. Ama esas mesele şu, esas mesele ne kadar kızdıkları değil ne kadar haksız oldukları, bunu görmek lazım.”

“SIRTINI SIVAZLADIĞIN ZEKERİYA ÖZ, SENİ YARGILAMAK İÇİN BEKLİYORDU”

“Bir hatırlatma yapayım. Sayın Erdoğan sen oraya daha önce İlker Başbuğ’u koydun. Sen oraya daha önce Barış Terkoğlu‘nu koydun, Barış Pehlivan‘ı koydun. Murat Ağırel’i koydun. Murat Sabuncu‘yu koydun, Merdan Yanardağ’ı koydun, Tuncay Özkan’ı koydun Mehmet Haberal’ı koydun. Sen orada Osman Kavala’yı AİHM kararına rağmen tutuyorsun. Sen orada Can Atalay’ı Anayasa Mahkemesi kararına rağmen tutuyorsun. Sen orada Tayfun Kahraman’ı Silivri’de tüm hukuki şartlara rağmen tutuyorsun. Sen Tayfun Kahraman’ı kanunlara aykırı, Anayasaya aykırı orada tutuyorsun. Ve şimdi Silivri Cezaevine Ahmet Özer‘i koymakla bir algı yaratacağını sanıyorsun. Sanıyorsun ki sen onu oraya koyunca biz sineceğiz. Teslim olacağız. Millet inanacak. Millet senin geçmişte İlker Başbuğ‘a ‘Terör örgütü başı’ dediniz siz. Aynı ekipteydiniz. Birlikteydiniz. O zamanlar senin sırtını sıvazladığın, başını okşadığın, zırhlı Mercedesle yolladığın Zekeriya Öz, darbe günü seni tutmak, seni tevkif etmek, seni yargılamak için heyecanla bekliyordu. Sıçan gibi kaçtı.”

“ŞİMDİ BAŞKA BİR ZEKERİYA ÖZ BULMUŞSUN”

“Şimdi aynı yöntemlerle aynı cezaevine İlker Başbuğ’u terörist diye koyduğun cezaevine, bir belediye başkanını koydurmak için bir başka Zekeriya Öz bulmuşsun. Onun sırtını sıvazlıyorsun, başını okşuyorsun, ona talimat veriyorsun. Akın Gürlek dediğin seyyar giyotinin senin, Akın Gürlek. Sen Akın Gürlek’e adalet yönünden görev verdin yaptı. Enis Berberoğlu’nun boynunu vuran giyotin odur. Onun şahsında adaleti kesen, adaleti yok eden, adaletin boynunu kesen Akın Gürlek. Canan Kaftancıoğlu’na siyasi yasağı getiren Akın Gürlek. Sözcü gazetesi davasına yolladığın Akın Gürlek. Hrant Dink davası Akın Gürlek. Sırrı Süreyya kararı Akın Gürlek. Her biri neredeyse başka mahkemede. Seyyar giyotin. Kullanışlı aparat. Nereye taşırsan orada adaleti katletmeye hazır. Bir ara bumerang gibiydi, atıyorsun atıyorsun geri geliyor. Daha doğrusu Tayyip Erdoğan birine bir şey atıyor kafasına, Akın Gürlek gidiyor o attığını geri getiriyor. ‘Aferin Akın’ bir de buraya atıyor. Şimdi yoyo oynuyor onunla, bumerangı bıraktı yoyo. Ankara, İstanbul. ‘Ankara’da lazımsın, siyasetçi oldun, gel Akın’, ‘Haydi İstanbul’a koş, katliam yapacaksın Akın’. Meselenin özü bu. Anlatmaya çalıştığımız mesele bu. Öyle bir ilçede bir bilmem ne falan değil. O yüzden Ergenekon, Balyoz, askeri casuslukta bu partinin o zamanlar milletvekili olan şimdiki genel başkanı ‘Balyoz Kumpası’ diye kitap yazıyordu arkadaşlarıyla birlikte, Veli Ağbaba ile birlikte, Nurettin Demir ile Muharrem Işık ile birlikte.”

“MİLLİ ORDUYA KUMPAS KURMUŞLAR, BİR-LİK-TEY-Dİ-NİZ”

“Siz ‘Ateş olmayan yerden duman çıkmaz’ diye bağırıyordunuz, üstümüze yürüyordunuz. ‘Terörist savunucuları, terör örgütü mensupları’ diyordunuz. ‘Darbeciler mi savunuyorsun’ diyordunuz. 15 Temmuz’da veya 17-25 Aralık‘ta gördünüz ne olduklarını. Milli Ordu’ya kumpas kurmuşlar. Vallahi bir Balyoz Kumpası dediğimize Milli Ordu’ya kitabım var üzerinde ISBN numarası var. Kütüphaneden nüshası var Balyoz Kumpası’nın. Biz o kitabı yazdığımızda bize ‘darbecileri savunanlar’ diyenler telif hakkı ödemeden, siyasi çıkış buluyorlar. Milli Ordu’ya kumpas kurmuşlar. Bir-lik-tey-di-niz. Bugün aynı yöntemlerle yapıyorsunuz bunu. O yüzden şimdi oradan edindikleri yetkinlik, tecrübeyle o günkü yol arkadaşlarından ayrı, onların bir kısmı firarda, cenazede, maskeli gözlükle taziyede. Bir kısmı Ankara’da veya İstanbul’da cezaevlerinde yatıyorlar. Anayasal düzeni ayaklar altına almak, darbeye kalkışmak suçundan. Ama birileri de anayasal düzeni ayaklar altına almaya devam ediyor. Üç tane tuzak kurdular. Birinci tuzak, Meclis Başkanı eliyle, 31 Mart seçimlerinden hemen sonra ‘Yeni bir Anayasa yapalım’. Dedim ‘Her doğana mı yapacağız geçen seferki gibi Erdoğan’a mı yapacağız. Kişiye yapılan Anayasa olmaz. Anayasa’ya uymayanla Anayasa yapılmaz’ dedik. Gitti.”

“EN ÜST MADDEYE GÜVENLİK KAYGISI GETİRDİ”

“Hani Numan Bey gidiyordu, Mayıs sonunda bir daha geliyordu. Baktılar, oradan bir düzen tutturamadılar. Herkesin durduğu yer bellidir, bu oyuna kimsenin gelmeye niyeti yoktur. Muhalefet dediğin 31 Mart öncesinde partiler olarak bir araya gelip de bir ittifak kurmamıştır. Ama 31 Mart‘ta millet, ittifakı sandıkta kurmuştur ve 31 Mart sonrası muhalefet birbirini iten kakan kötüleyen birbiriyle uğraşan -birkaç küçük kötü örnek bir tarafa- değildir. Birliktedir, dayanışma içindedir. Dayanışmayı büyütmektedir. Baktılar oradan olmuyor, geldi ‘1 Ekim’de Meclis Kürsüsünde İsrail bize saldıracak’ dedi. Grup Başkanvekilliğinden gelen bir genel başkan olarak ne yapmaya çalıştığını hepimizin bildiği bu konuda bilmiyor muyuz? Hepimiz biliyoruz. İsrail’in bize saldırması mümkün mü? İsrail’in o gücü, o cesareti, Türkiye’ye saldıracak bir saçmalığın içinde olması mümkün mü. Böyle bir ihtimal olsa Erdoğan’ın bunu Meclis Kürsüsünde böyle mi söylemesi lazım? Ne yapmaya çalıştığını hepimiz o dakika anladık. Korkuyu büyüterek enflasyonun konuşulması, işsizliğin konuşulması, yoksulluğun konuşulması, emeklilerin çektiklerinin konuşulması yerine hop en üst maddeye güvenlik kaygısını getirip teşbihte kusuru olmaz Hitler’in Alman annelerine söylediğini söyleyecek. ‘Alman bebeklerinin tereyağına değil Alman güçlü tanklarının gres yağına ihtiyacı var. Paraları oraya koymalıyız’. Hemen arkasından zaten suçüstü yaptığımız ve geri çektikleri Milli Savunma fonu o değil mi? Bütçe geliyor, ihtiyaç varsa koy. Gariban vatandaştan toplayacak. Yok. Aidat, aidiyet yaratır. Milli Savunma bütçeye koyduğunda alıyor parayı. Bir ayı var. ‘Aidat aidiyet yaratır’ demişler Tayyip Bey’e. ‘Millet bu kadar aç yoksul ama tehlikenin büyüklüğüne inandırır ve ondan biraz da bu iş için para alırsak bu kadar zordayken bile bizim paramıza da ihtiyaç varsa demek ki tehlike büyük.’”

“BU MİLLETTEN BU ŞARTLARDA PARA ALINAMAZ”

“Grup başkanvekililiğinden gelmenin verdiği tecrübeyle 15 adım çıkışta kapalı oturum talep ettim. Bazı liderler, bazı odaklar ‘Yanlış yapıldı ne gerek var’. Ne gerek olduğunu o Meclis’e emek verenler bilir. Yoksa akşamları bütün televizyonlarda başlamıştı ‘Türkiye’nin kaç firkateyni var İsrail’in kaç tane’. Onda F-35 var, F-16’larımız var. O proje, bu menzil. Onun kubbesi, bunun kafesi. Bir bildiği var Erdoğan’ın. ‘Bildiğini gel anlat’ dedik. On yıl kapalı tutanak. Anlattığını söylemem anlatmazsan ifşa ederim. Ne anlattı arkadaşlar? Ne anlattı? AK Partililere sordum, tek tek her karşılaştığıma soruyorum, açıktan soruyorum, sohbette soruyorum, uçakta soruyorum. Sen dinledin de İsrail’in Türkiye’ye saldırmasına ilişkin Erdoğan’ın yarattığı korkuyu destekleyecek bir cümle duydun mu? Konuşulanı anlatmak yasak, konuşulmayanı ifşa ediyoruz. Ne oldu? Bu ifşadan sonra tak, o kanun geri çekildi. Bu milletten bu şartlarda para alınamaz. İki, ne oldu, o söylem hızla terk edildi ve Türkiye başka bir gündeme sürüklendi. Nedir gündem? Sadece o gündemi bu meseleye indirgemek istemem. Ayrıca konuşmak isterim. Ama ‘Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun’. Yani hattı zâtında yoksulluğu, işsizliği, güvencesizliği konuşulmasın diye yapılan iki makro hamle ve yeniden seçim için ihtiyacı olduğu Anayasa değişikliğine ilişkin yaratamadığı gündem, bu sefer başka bir yerden, yeni bir tartışma.”

“MİLLETİN GERÇEK GÜNDEMİNİ KONUŞMAYA AND OLSUN”

“Bakın bu tartışmaların hepsini milletimize ifade ediyorum. Sis etkisi var. Bunlar makro ve ‘Yahu şimdi sen onları bırak’. Bırak dediği yoksulluğu konuşmak. Bırak dediği enflasyon. Bırak dediği hayat pahalılığı. Bırak dediği çocuğunun güvencesizliği. Bırak dediği okuldaki pis tuvaletler, hijyenik olmayan ortam, kötü eğitim, güvencesiz hayat, ölen kadınlar, ölen bebekler, kuvözde katledilen bebekler. ‘Bırak onları’ diyor. ‘İsrail saldıracak. Bırak onları. Abdullah Öcalan gelsin, Meclis’ten DEM kürsüsünden’, -DEM kürsüsü diye vurduğu kürsü kendi konuştuğu kürsü. Bir saat arayla kullanıyorlar- ‘Bu kürsüden gelsin konuşsun’ diyor. Mesele en başta sis etkisidir. ‘Bırakın şimdi onu konuşmayın’ demektir. O yüzden en önemli kararlılığımız, hiçbir gündemi ıskalamadan, hiçbir oyuna gelmeden, kimseyi yalnız bırakmadan, Esenyurt‘tan da elimizi çekmeden, suni gündemlere teslim olmadan bu milletin gerçek gündemini konuşmaya and olsun arkadaşlar. Ama onu yaparken de işlevsizleşmeden, bayağılaşmadan ‘Yahu belediyelerine kayyum atmışlar, yeterli tepkiyi de göstermiyorlar’ da dedirtmeden. İki dengeyi birlikte kurarak, büyük hesabı görerek adım atmak durumundayız.”

“MUTABAKATIN EN ÖNEMLİ BİLEŞENİ ŞEHİT AİLELERİ VE GAZİLER”

“Bu kentte, Esenyurt‘ta çok önemli bir Kürt nüfusu var. Bu Kürtler ‘Benim sorunum var’ diyor. Diyarbakır’daki, Van’daki Kürtler, Türkiye’nin 81 ilindeki Kürtler ‘Benim bir sorunum var’ diyor. Devlete düşen ‘Gel konuşalım ve çözelim’ demektir. Demokrasilerde sorunun olduğuna sorunu dillendirenler, otokrasilerde devleti yönetenler karar verir. Otokraside ‘Öyle bir sorununuz yok’ dersiniz. Demokraside diyemezsiniz. Bunu derseniz, örneğin kadın milletvekililerinize sorun, ‘Kadının beyanı esastır hangi gelişmişlikten gücü almaktadır’ deyin. Bu gelişmişlikten gücü alıyor. Bu bir demokratik kazanım. ‘Bir sorun var’ diyorsa ona inanacaksın. Çözene kadar da uğraşacaksın. Efendim ‘Ya yalan söylüyorsa’. Milyonlarca insan yalan söylemiyordur da o zaman Meclis’te kurarsın bir yuvarlak masa, oturursun her görüşten insanla başına. Var mı yok mu bakarsın. Mesela Osmaniyeliler, Manisalılar, Rizeliler belediye başkanı seçebiliyorlar da Diyarbakırlılar seçince Selçuk Mızraklı‘yı alıp, yine Ahmet Özer gibi temiz kağıdına rağmen, bir yıl önce daha milletvekili olmuş birisini koyuyorsan ‘Diyarbakırlı bana haksızlık yapıldı’ diyorsa bir oraya bakman lazım. Bu kayyum maddesine. O halde güya FETÖ’cüler için çıkardığı kayyum ifadesi ile Selçuk Bey’i şimdi Ahmet Bey’i içeride tutuyor. O kayyum, OHAL KHK’sı ile gelen kayyum maddesi olmasa Belediye Meclisi içinden seçilecek. Belediye siyasi parti aidiyeti üzerinden el değiştirmeyecek. O zaman da zaten bu işlere girilmeyecek değil mi Tayyip Bey? O yüzden meselenin özünü doğru yerden okumak lazım. Bizim söylediğimiz şu ‘Kürt sorunu vardır, çözülmelidir’. Bunun tek çaresi, katıksız demokrasi, tavizsiz eşitlik, hep beraber kardeşliktir. Başka bir çözümü yoktur. Hiçbir aktör dışlanmasın, kim konuşursa konuşsun. Ama yapacağımız işlerde bir standardımız var bizim. Şeffaf olacağız, samimi olacağız, Meclis odaklı olacağız ve toplumsal mutabakatı arayacağız. Bu mutabakatın en önemli bileşenlerinden bir tanesi şehit aileleri ve gazilerdir. Onların gözünün içine bakamayacağımız, onları incitecek, onunla aynı unvanı taşıyacak Gazi Meclisi onun üzerinden milleti incitecek işlere de girmeyeceğiz. Barışın da teminatı kardeşliğin de teminatı biziz. Ülkenin bölünmez bütünlüğünün de şehit ailelerinin, gazilerin teminatı da biziz. CHP bu demektir.”

“TÜRKİYE’Yİ ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN İÇİNE SÜRÜKLEDİ”

“Biriyle anlaşıp öbürüne sırtını dönen, biriyle anlaşıp öbürünü yok sayan anlayış CHP’nin anlayışı değildir. Bunu net olarak görmek gerekiyor. Bunun için biraz önce söylediğim gibi göreve geldiklerinde 18 ay önce göreve geldiklerinde tüm sorunları çözeceklerini söyleyenler, bugün Türkiye’yi büyük bir kaosun, büyük bir çözümsüzlüğün içine sürükledikleri gibi ‘Çözüyoruz, yapıyoruz, edeceğiz, zamana ihtiyacımız’ var deyip ‘Tehlike gitgide büyüyor, arkamıza geçin toplanın, başka hiçbir şey istemeyin’ 18 ay önce geldiklerinde enflasyon yüzde 39’du, enflasyon bugün yüzde 50. Sadece 18 ayda. 18 ay önce geldiklerinde Dolar 19 liraydı bugün 34 lira. Dünya kadar satın almalarına rağmen. Bütün iş dünya lira olan dana kıymanın 700 liraya satıyorlar İstanbul’da şimdi. 18 ay önce 19 lira olan mazotu Çatalca‘daki çiftçi traktörüne 43 liraya dolduruyor şimdi. Verilen tüm sözlere rağmen, dönüp dolaşıp gelip ‘Şimdi onları konuşmayalım. Tehlike büyük ya da proje büyük. Büyük kardeşlik projesi. Bir fikir geldi aklımıza bir sorunu kabul etmeden çözümü öneriyoruz. Meclis’te Abdullah Öcalan’ı konuşturarak her şey hallolacak. Aylarca tartışın, yıllarca tartışın, başka bir şey konuşmayın’. Biz pazardaki, tezgahtaki yangını, mutfaktaki yangını konuşmaya, yüreklerdeki yangın konuşmaya, yoksulluğu konuşmaya, Rize’de kendi memleketinde Tayyip Bey’in çay üreticisi ile, Gaziantep’te fıstık üreticisi ile, Tekirdağ’da buğday, Adana’da pamuk üreticisi ile, Manisa’da üzümcü ile, Giresun’da, Ordu’da fındıkçı ile konuşmaya devam edeceğiz. Eğer bizi dinlerlerse Kürt sorununu gerçekten ve kalıcı çözmek için Meclis’te de tüm partilerle, kimseyi dışlamadan konuşmaya devam edeceğiz. Bizim gizli planlarımız, kapalı kapılar ardında varılmış anlaşmalarımız yok. Ama bir gerçek var. Cumhuriyet Halk Partisi samimi bir siyaset izlemektedir. 31 Mart seçimine kadar dedik ki ‘Türkiye kutuplaşmadan besleniyor’. Adaylarımız pırlanta gibi, eskileri milletin gönlünde, yenileri milletin gözünün önünde. Kendilerini izah imkanı bulsunlar. Dedik ki, ‘Tayyip Bey isteyecek ki kavga yapalım’. Anneyle babayla kavga edince çocuk kulaklarını kapatıyor ya, ikinizi de duymak istemiyorum. Seçmen ikimizi de duymak istemesin istedi Recep Bey, Tayyip Bey, Sayın Erdoğan. Neden? Çünkü ben o seçmenin karşısına Ekrem İmamoğlu‘nu çıkarıyorum, o Murat Kurum’u çıkarıyor. Ben o seçmenin karşısına Mansur Yavaş‘ı çıkarıyorum o adını bile unuttuğumuz rakibini çıkarıyor. Biz bu seçmenin yanına, önüne 14 tane genç pırıl pırıl 40 yaş altı aday çıkarıyoruz. O adaylarını değil kutuplaşmayı anlatıyor. Niye? Adayımız güçlü, söylemimiz güçlü, projemiz güçlü, seçmen kulağı bir açsa bizi seçecek. 31 Mart’a seçmenin kulakları açık girdik. Bir an bir yanda Tayyip Bey bağırdı kavga etmek için, dedim ki, ‘Seninle sadece emekli maaşı için kavga ederim, sadece asgari ücreti konuşurum, sadece belediyenin hizmetlerini birbirinden kıymetli adaylarımın beş yılda yaptıklarını ya da birbirinden kıymetli adayların geçmişiyle bu ile, bu göreve ne kadar layık olduklarını anlatırım, genci ile kadınıyla.”

“CUMHURİYET HALK PARTİSİ BÜ ÜLKEDE YAŞAYAN HERKESİN TEK ÇARESİDİR”

“31 Mart günü seçmen bizi duydu. Duyunca da 47 yıldır yapamadığımızı yaptık ve partimizi birinci parti yaptık. Nasıl oldu? Ecevit‘in yaptığı gibi oldu. Gerçek sorunları konuşarak. Ecevit 1970’te girdiği iki yerel, iki genel seçimde partiye birinci parti çıkarırken köylü ile konuşuyordu, işçi ile konuşuyordu, işçi direnişlerinden güç alıyor, onlara güç veriyordu. DİSK gibi bir sendika, iki genel seçimde de Cumhuriyet Halk Partisi‘ne destek açıklıyordu. Dört kişiden üçü sendikalıydı hepsi biliyordu ki bunun teminatı Ecevit‘tir. Çiftçiler biliyordu ki, Ecevit olursa, CHP olursa olur. Ve ‘komünistler Moskova’ya’ yapışmış, saldırgan, iğrenç suçlamalarından Ecevit Beş Parmak Dağları’na, Ege’nin sularına, Afyon’un haşhaş tarlalarına milliyetçiliği kazıyacak kadar kapsayıcıydı, milliyetçiydi, 6 oktaki kadar, ne eksik ne bir fazla. Ama sesi milletin kulağına ulaşıyordu. 31 Mart‘ta biz milletle konuşabildik arkadaşlar. Adaylarımız kavga etmedikleri için, partimiz kavga etmediği için, gerçek kavganın ne olduğunu bildiği için. O günden sonra da birinci parti sorumluluğu ile bizim ‘Normali budur kardeşim’ dediğimiz, onların ‘Yumuşasanız ne iyi olur’ dediği bir sürecin sonunda bu noktaya kadar geldik. Biz Erdoğan’a, şahsına, yaptıklarına, bu sürece saygımız olduğundan falan değil, bizim onun şahsına duyduğumuz saygı, yaptığından ve içinde bulunduğu hukuksuzluktan, ona sessiz kaldığımızdan değil. Ona oy veren seçmenin şahsına hürmetimizdendir. Kulaklarını açabilsinler diye. Ve Cumhuriyet Halk Partisi, Erdoğan’a rağmen seçmeni ile konuşabilen, Bahçeli’ye rağmen ülkücülere, MHP’lilere, bölücü olmadığını anlatabilen, kapsayıcı, bütünleştirici, itmeyen, kakmayan bir milliyetçilik anlayışı, kuruluş kodlarda olduğunu Türkiye’ye kısa sürede gösterebilen, ‘ezanı dindirecekler’ dediklerinin müezzinin haklarını mecliste tek savunan parti olduğu, Diyanet-Sen’in haklarını savunan parti olduğu, ‘bayrağı indirecekler’ diyenin, parti binasına Türk bayrağı çekilişini bütün yandaş kanalların canlı yayında verdiği, ‘ülkeyi böldürecekler’ dediğinin kardeşim düne kadar bölücü başı, bebek katili dediğiniz kişiyi şimdi bir al-ver ilişkisi ile meclise getirmek değildir mesele, ülkeyi birlikte tutmak, Kürtlere de bu devletin kendi devleti olduğunu hissettirecek demokratik ve özgüvenli siyasetle olur, gelin bunu Meclis’te yapalım dediği bir partidir Cumhuriyet Halk Partisi. Bu yüzden Cumhuriyet Halk Partisi emeklilerin de emekçilerin de esnafın da çiftçinin de memurun da gözü, aklı yurt dışındaki gençlerin ve onların kaygılı ailelerinin de Alevilerin ve Sünnilerin de Kürtlerin de Türklerin de etnik kökeni ne olursa olsun bu ülkede yaşayan herkesin de tek umududur, tek çaresidir.”

“BU MÜCADELEYİ YÜKSELTECEĞİZ”

“O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi, bütün Türkiye’ye Esenyurt‘tan sesleniyor. Diyoruz ki, bundan sonra Esenyurt‘tayız. Bundan sonra Esenyurt‘tayız, il başkanlarımızın koordinasyonunda, grup başkan vekillerimizin koordinasyonunda bu parti bundan sonraki o o ilk 15 günde milletvekilleri ile, buradaki görevli kadın – erkek milletvekilleri ile, genel başkan yardımcılarıyla burada olacak. Güne Esenyurt Belediyesi‘ndeki Belediye Meclis odamızdan başlayacağız. Bir önceki günkü arkadaşlarımızın ne yaptıklarını, Esenyurt‘ta o gün İstanbul Büyükşehir‘in ne olduğu ne yaptığına, günlük raporu ve kayyum belediyesinin ne yapamadığını ya da hangi arsayı yine hangi helikopterden tespit edilmiş arsayı kaldıysa, Esenyurt‘ta kime peşkeş çektiklerini, hangi bugüne kadar geçit vermediğimiz kaçak binaya evrak sevk ettiklerini yani kayyumun yaptıklarını ve yapamadıklarını İBB‘nin yaptıklarını, bizim Esenyurt için yaptığımızda, bir gün önce ziyaret ettikleri Ahmet Özer’in mesajıyla birlikte milletvekillerimiz Esenyurt’a ilk 15 günlük acil eylem planında ki sonrası onlar devam ederse biz de devamında bu mücadeleyi yükselteceğiz.”

“TÜRKİYE İÇİN AYAKTAYIZ”

“Bu grup Esenyurt’tan elini çekmeyecek. Bu parti Esenyurt‘tan elini çekmeyecek. Bu ülkenin gündeminden Esenyurt düşmeyecek ama bir gerçek var ki, sadece Esenyurt gündemi ile yaratmaya çalıştıkları gündeme hapsolup konuşmayın dediklerini konuşmaktan da geri kalmayacağız. Burada görevliler, Esenyurt’u gündemde tutacak, meclistekiler hakkını savunmak zorunda olduklarımızın bütçe hakkını, başlayan bütçe maratonunda gündüz gece, en doğru cümlelerle, en doğru önerilerle ifşa ederek, yüzlerine vurarak, emekliye bulamadıkları 66 milyar, asgari ücret kadar emekli maaşı olsun, ‘33 verdik, 12 bin yeter. ‘17 bin yap. Nerede 66 milyar? Gitmiş orada zengin müteahhitlerin 660 milyar ödemesi gerektiği vergiden vazgeçiyor. İfşa ederek, yüzlerine vurarak mücadele edecekler, meydanda olacağız, alanda olacağız, sokakta olacağız. Bir büyük mücadeleyi hep beraber vereceğiz. Çünkü kimse unutmasın ki ne kadar kötü de olsa gidişat, ne kadar bunaltsa da hepimizi, ne kadar kötümserliğimizden onlar kendilerine umut vaat etseler de biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak grubuyla, yöneticileriyle, milletvekilleri ile, belediye başkanlarıyla, önceki genel başkanlarıyla, 1 milyon 600 bin üyesiyle biriz, bütünüz, hep birlikteyiz ve Türkiye için ayaktayız. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir