Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

DEVLET, ALEVİLİĞE VE ALEVİLERE PERVASIZCA VE ISRARLA SALDIRIYOR

⌈Aziz Tunç ⌉

Yerel seçimlerin bu kadar yaklaştığı koşullarda yerel seçimleri yazmak daha çok gerekli ve doğruyken spesifik olarak devletin saldırılarını ve baskılarını yazmak gündem dışı gibi görünebilir. Öyle olmadığını özellikle belirtmek gerekiyor. Son tahlilde seçimlerden ne yapılmasını belirleyecek olan da devletin bu saldırılarına karşı alınacak tavırdır.

Devletin Aleviliğe ve Alevilere yönelik olarak geliştirdiği son saldırıların kapsamının, niteliğinin ve yaratacağı sonuçların daha çok tartışılması gerektiği açıktır. Çünkü bu saldırılar, bundan önce yapılan katliam ve soykırımlardan daha derinlikli, daha köklü değişiklikleri yapmayı amaçlayan, gerektiğinde katliamları ve soykırımları da kapsayacak olan komplike saldırılardır. Devletin bu asimilasyon ve soykırım projesini, şu anda manipülatif yöntem ve araçlarla uygulamaya çalıştığına bakılarak yanılgıya düşülmemelidir. Bilinmelidir ki devlet bu proje kapsamından ve ihtiyaç duyduğundan katliamları da soykırımları da gündemleştirilebilir.

Ayrıca Aleviliği ve Alevileri Kültür bakanlığına bağlama saldırısı, aynı zamanda tarihi bir saldırıdır. Yarınlarda bugünün tarihi yazılırken, “Aleviliğin Kültür bakanlığına bağlandığı” tarihin milat olarak anılması kimseyi şaşırtmamalıdır. Yapılan saldırıları ve gelinen sonucu kısaca özetleyelim. Devlet, Alevilerin ibadet merkezi olan Cemevlerini, Kültür Bakanlığı’na bağlayan bir “sözde” yasal düzenleme yapmıştır. Bu düzenlemeye dayanarak Alevileri kendi denetimi altına almayı sağlayacak çalışmalara başlamıştır.

Elbette devlet bunu yaparken Aleviliğin ayrı bir inanç olduğunu kabul etmemiş, tam tersine Aleviliği, bir kültürel form olarak tanımlamıştır. Böylece Aleviliğin asimilasyonu ve yok edilmesi projesini ve politikasını yeni yöntemlerle sürdürmeye devam etmiş olmaktadır.

Devletin bu asimilasyon uygulamasının tamamlayıcısı olarak ÇEDES projesi de uygulanmaya başlanmıştır. ÇEDES, uygulamasıyla Alevi çocuklarına İslam dayatılması yasallaştırılmıştır. Alevi köylerinde cami yapılması uygulaması hızlandırılmıştır.

Böylece bir yanda Cemevleri devletin denetimine alınarak ve Alevi köylerine cami yapılarak, mevcut Aleviler asimile edilmek istenirken, diğer yandan Aleviliğin geleceğini yok etmek için Alevi çocuklarının inançlarından kopartılması amaçlanmaktadır.

Bütün bu pervasız, insanlık dışı saldırılara karşı aleviler ve alevi kurumları elleri kolları bağlı kalmamışlardır. Alevi toplumu ve Alevi kurumları, demokratik kurumlarla birlikte, devletin bu saldırılarına karşı en güçlü ve en etkili tepkileri geliştirmiştir. Aleviliği temsil eden belli başlı Alevi kurumları bu saldırılara karşı çıkmışlar, eylemler, etkinlikler yapmışlar ve net açıklamalarla bu saldırıları kabul etmediklerini ifade etmişledir.

Bütün bunlara rağmen devlet, ıslarla bu soykırımcı yasayı uygulama çalışmalarını sürdürmektedir. Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten bugüne, arada geçen süre boyunca, yüzlerce Cemevini “sözde” ziyaret ettiklerine, bunlardan bir kısmının Kültür Bakanlığı’na bağladığına dair haberler basına yansımaktadır. Ayrıca ne yazık ki basına yansıyan bilgilerin “aysbergin suyun üstüne çıkan yüzü” olduğunu düşünmek de yanlış olmayacaktır.

Böylece devlet, Alevilerin bu saldırılara karşı ortaya koydukları tepkiyi dikkate almamış, hiçbir şey yokmuş gibi baskılarına ve saldırılarına devam etmiştir. Gelişmeyle ilgili öncelikle iki sorunun varlığını tespit etmek gerekiyor. Birinci olarak belirtilen devletin Alevilerin tepkilerini dikkate almaması, başlı başına bir sorun olarak ele alınmalıdır. İkinci sorun Alevi kurumlarının tepkilerine, karşı çıkmalarına rağmen birçok Cem evinin devletin kurumuna başvurduğu anlaşılmaktadır.

Birinci sorundan başlayalım. Bir devlet, herhangi bir toplumsal gruba istemediği bir şeyi dayatabilir mi, böyle bir hakkı var mı? Halkların iradesine aykırı bir dayatmadan bulunmak demokratik bir devletin özelliği değildir. Bunu yapan devlete demokratik devlet denmez. Böyle bir devlet olsa olsa faşist, despotik, zorba bir devlet olabilir. Böyle bir durumdan, yani devletin kontrolsüz ve kuralsız bir zorbalıkla dayatmada bulunması halinde, buna karşı direnmek hak’tır meşrudur. Bu kural, zalimlere karşı ortaya koydukları direnişlerle varlığını bugünlere taşımış olan Aleviler tarafından çok iyi bilinir.

O nedenle Türk devletinin bu dayatması karşısında Alevi toplumunun en meşru ve en temel hakkı, her yöntem ve araçla, direnmektir. Alevi toplumu bu hakkını kullanmalıdır, bu meşru hakkın kullanımı hiçbir gerekçeyle ertelenmemeli, ötelenmemelidir.

İkinci sorun Alevi toplumunun kendisiyle ve Alevilerin kurumlarıyla ilgilidir. Alev kurumları Dernekler, Vakıflar, Federasyonlar ve Konfederasyonlar, büyük ölçüde devletin saldırılarına karşı tutum belirlediler ve bu karşı tutumlarının gereklerine uygun pratik tavırlarını da ortaya koydular. Bu saldırılara karşı çıktıklarını, bir dizi toplantı, eylem ve açıklamayla ortaya koydular. Buna rağmen belirtilen kurumlara bağlı olan sayısız Cemevi’nin Kültür Bakanlığı’nın asimilasyon projesine dahil oldukları, Kültür Bakanlığı’na bağlanmak, buradan “üç kuruş nasiplenmek” için başvurdukları haberleri ortalığı kapmaktadır.

Bu durumun toplumsal olarak Alevi toplumunda ve demokratik kamuoyunda ciddi tepkilere yol açtığı açıktır. Alevi kurumlarının da bu tepkileri örgütlemesi ve bu uğursuz gelişmenin önünü kesmesi gerekmektedir.

Şimdi hem olan biteni hem olan bitene karşı gösterilmesi gereken tepkiyi anlaşılır kılmak önemlidir. Alevi kurumları ve toplumu Cemevlerinin Kültür Bakanlığı’na bağlanmasına ve ÇEDES projesine neden karşı çıktılar? Çünkü bu projeler, bütün boyutlarıyla ve hemen herkesin kabul ettiği gibi Aleviliği yok etmeyi amaçlayan projelerdir. O halde “Cemevlerinin devlete bağlanmak için Kültür Bakanlığı’na” başvurması Aleviliğe de bağlı olunan Ocağa da Cemevine de ihanettir ve bu ihanetin, kendisine “Aleviyim” diyen birisi tarafından yapılması hiçbir biçimde hoş görülemez, kabul edilemez.

Devlete bağlanmak için başvuran Cemevleri, kendi toplumlarının ve bağlı oldukları Federasyonların, Konfederasyonların iradesini yok mu sayıyorlar? Ya da bunları önlemesi gereken kurumlar bu konuda, açıktan tavır almakistemiyorlar mı?

Eğer birincisi ise yani kurumların yöneticileri genel olarak Alevi toplumunu ve bağlı oldukları kurumları dikkate almayarak bu şekilde davranıyorlarsa bunun çözüm yolu Aleviliğin kendi inançsal yapısında mevcuttur ve bunun için Aleviliğin uygun mekanizmaları da bulunmaktadır. Alevi toplumu ve kurumları bu topyekûn saldırıya karşı kendi “dara çekme” kurumunu ve yöntemini işletmelidir. Eğer ikincisi ise o zaman Alevi toplumu ve bağlı oldukları kurumlar neden bunlara karşı tavır almıyorlar?

Gerçek olan şu ki Alevi toplumu ve kurumları her hâlükârda kendi mekanizmalarını da işleterek bu saldırıları püskürtmek zorundadır. Devletin ve işbirlikçilerinin birlikte geliştirdiği saldırılara karşı kurumlar açıktan tavır almazlarsa bilinmelidir ki yakın gelecekte bu saldırıların yaratacağı tahribat çok daha derin olacaktır. Yapılan saldırılara karşı sessiz kalmak,gelecekte gerçek Alevi kurumlarının yok olmasına yol açabilir.

Şimdi okuyucu, “bu durumda ne yapılacak” diye bir soracaktır. Böyle bir sorunun sorulması doğru ve meşrudur. Cevabını vermek de zorunludur. Ancak izninizle bu cevabı bir başka yazıya bırakalım, yazı çok uzadı daha fazla uzatmayalım.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir