Ölüm yıldönümünde müzaffer amca’yı anmak ve anlamak…

⌈Röportaj: Türkan Doğan ⌈ Kültür ve sanat’da TAVIR ⌉
Bir nesil onun kitaplarını okuyarak büyüdü. Ülkemizin en çok okunan çocuk kitapları yazarı olarak hafızalarda yer etti. 29 Ekim 1933 yılında Adana’da doğan Muzaffer İzgü’nün Çocukluğu yoksulluk içinde geçer. İlkokulu üç okulda okur. Okurken karpuz hamallığı, pamuk toplayıcılığı, bulaşıkçılık, garsonluk, trenlerde gezgin satıcılık, sinemalarda gazoz satıcılığı yapar. Bir çok işlerde çalışarak ortaokulu bitirdikten sonra, parasız yatılı olarak Diyarbakır ilköğretmen okuluna girer. Okulunu bitirip öğretmenliğe başlarken Günsel Hanım’la evlenir ve Türkiye’nin birçok yerinde ilkokul ve ortaokul öğretmenliği yaptıktan sonra 1978’de emekli olup İzmir’e yerleşirler. Bugüne kadar 107 kitap, 200’e yakın radyo oyunu yazdı. Daha çok öyküye yönelen yazarın, gözlemlerine dayanarak yazdığı üç romanı vardır. Gecekondu, İlyas Efendi ve Halo Dayı. İlk romanı olan Gecekondu’da, Güney Anadolu kentlerinden birinde gecekondu halkının yoksul yaşantısını verir. İlyas Efendi, bir nüfus memurunun parasızlık yüzünden çektiği sıkıntıyı yansıtır. Halo Dayı da köyden kente göçü konu alan bir romanıdır. Gülmecenin işlevinin güldürmek değil, olaya parmak basmak olduğu görüşünü romanlarına yansıtmıştır. Toplumun aksayan yönlerini mizah öğelerinden de yararlanarak okurlarının ilgisine sunan Muzaffer İzgü, mizah öğelerinden faydalanarak, toplumun aksayan yönlerini okuyuculara aktarmıştır. Bazı eserleri televizyona uyarlanan İzgü sayısız ödüller almıştır.
Çocuk olup da Muzaffer İzgü’nün bir veya birkaç kitabını okumayan kişi yoktur sanırım. Gülmeceyle karışık çok hoş bir üslubunu ve dost canlısı kişiliğini tanımayan kalmamıştır
Gülmecenin ustası Çocukların tonton dedesi Edebiyat tarihimizin en önemli gülmece ustalarından biri olan Muzaffer İzgü’yü daha yakından tanımak için tavır ailesi olarak önceden aldığımız randevuyla İzmir ‘in Yeşilyurt semtinde mütevazi evine ziyaretine gidiyoruz. Gülmeceyi hayatımıza daha çocukken fark ettiren bu koca çınar evinin balkonundan sarkan çiçekler ve renkli pervanelerle pozitif bir enerji katıyor sokaktan geçen herkese.
Evinin kapısında Sevimli tonton haliyle kısık gözlerinde ki sevecen gülüşüyle Dostça karşılıyor bizi. Tavır dergisi olarak sunduğumuz bir buket çiçeğimize dünyanın en mutlu insanı oluyor. Tavır dergisini tanıdığını söylüyor. Ve röportajımızdan çok mutlu olacağını ifade ediyor. Çalışma odası olarak kullandığı bir odaya geçiyoruz. Sade temiz ve Mütavizi kişiliği ve çocuk sevgisi çalışma odasının her yanına sinmiş. Kitaplarını tanıtıyor bizlere
Sorularımıza geçmeden önce bize hayatından çok önmli kesitler anlatıyor İzgü. Hayatımda en çok karımı sevdim dediği çok kıymetli eşi Günsel hanım ile tanıştıryor bizleri. İzgü’nün hayat arkadaşı çok sevgili yolsaşı kitaplarının büyük bir kısmının isim annesi Günsel hanım bir dönem önce geçirdiği felçden kaynaklı normal bir yaşantısını sürdüremiyor. Başucunda düzenli okuduğu kitapları ve günlük aldığı ilaçları durmakta. Hayat arkadaşının gözlerinin içine sevgiyle bakarken duygusal anlar yaşanıyor.
Sohbetimize çalışma odasında devam ediyoruz.Yoksulluk geçirdiği çocukluğunu, ve Muzaffer İzgü’nün yazar olmasını sağlayan Adana halkevi kütüphanesini. Kitaplarla Çocukluğunda yağmurlu bir günde, sıcak olduğu için gittiği Halkevi kitaplığında tanışmasını. İlk okuduğu kitap olan define adasını. yağmurlu bir günde sığındı bu kütüphanede eline verilen define adası kitabının bu denli müthiş hoşuna gittiğini ve ertesi gün koşa koşa tekrar kütüphaneye gidip o kitabı yeniden günlerce okuduğunu anlatıyor. ‘’ birçok yazar ilk okuduğu kitabı hatırlamaz ama asla aklımdan çıkaramadığım ve unutamadığım kitap olmuştur define adası ‘’ diyor- 2. sınıftan 5. sınıfa kadar emin olun en azından 350 kitap okudum Muzaffer İzgü’yü yetiştiren kütüphane o kütüphanedir. Adana halkevi kütüphanesidir. Yaşamımda hiçbir futbol maçı izlemedim ben. Hiçbir futbol takımı tutmadım çocukken de ayağımı topa vurmadım ben. Kitap okumayı seviyordum. Gidip o kütüphane de geçirirdim çocukluğumu. Annem beni aradığında beni kütüphanede bulacağını bilirdi. Gelir oradan alırdı beni. Kendimi çok şanslı hissediyordum evimiz okulum ve kütüphane birbirine çok yakındı. Kitapla tanışmam böylece oldu.
– Gülmeceden kara gülmeceye küçük dev adam olarak anılıyorsunuz bir nesli büyüttünüz. Çocuklara kitap okumayı sevdirirken güldürmeyi başaran yazarların en başında geliyorsunuz. Çocuk kitapları yazan yazarlar azımsanmayacak sayıda. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
-Yaşamım boyu kitap sayımın çokluğu aklımın ucuna gelmedi. Ben çocukları okul öncesi eğitmeye başladım. Çocuk kitaplarını meta olarak görenler var. Hiç unutmadığım bir olay olmuştur. Emekli olduğu yıl yazarlığa soyunmuş bir kişi bana bir mektup göndermiş. ’’hocam ben çocuk kitabı yazmaya başlayacağım nasıl yazacağım bana madde madde belirtirimsiniz ‘’hemen cevap yazdım sen emekliliğin tatını çıkar bu saatten sonra bu işler yapılmaz ’’ diye. Ama 2 yıl sonra aynı adamın kitabını gördüm. Bundan kar amacı güdenler. Birçok insanın bu alanı çocuk kitap yazarlığını çıkar boyutuyla kullandığını biliyorum. Rant kapısı olarak görüyorlar. Tamamen bir çıkar yayın evleri de bunu yapıyor sen yazarsın diyor geçiştiriyor.
En çok öğündüğüm bir şey vardır benim ilk kitabım çocuk kitabıdır ‘’Uçan eşek’’ büyüklere ondan sonra başladım. Ben çocuklara yazmakla başladım.
-Gülmece nedir, neyi anlatır? Kiminle, neyle savaşır? Taraf mıdır?
-Ben Mizah sözcüğünü sevmiyorum kullanmıyorum mizah sözcüğü Arapça muzahdan gelir. Galap bozulmuş bir sözcük anlamındandır. Gardaşın örneğin kardeş olarak ifadesi gibi. Ana’nın Anne olarak değişmesi gibi. Muzah da kalın gelmiş insanlara Mizah yapmışlar ben hiç sevmiyorum. Aziz nesin de sevmezdi,
Biz gülmece dedik
Gülmece elbette ki taraftır. Halktan doğrudan yana bir tarafdır. Adaletlidir. Topsuz tüfeksiz bir silahtır gülmece. Vurdumu devirir, içinde alay var. Otoriteyle alay ediyorsunuz. Otorite en büyük siz en küçük bir gülmecesiniz ama otoriteyi gidip mermi gibi öyle bir vuruyor ki.
Şimdi düşünün bağıran çağıran bir otorite. Arakadan bir kahkaha geldi mi bitti otoritenin işi. Onun için gülmecesin silahı vurucudur ama gülmece kime niye niçin insanın güldürdüğünü kendine duyumsatmıyorsa o gülmece değildir karşında bilecek kime güldüm niye güldüm ki güldüğünü bilecek. Bunu da yapacak olan gülmecedir. Zaten gülmeceye ulaşır kötü yönetici, halk düşmanı üçkağıtçı, namussuz hırsız soyguncu yalancı politikacı olsun gülmecenin uğraştığı savaş bunlarladır. Onun için gülmece iktidarla savaşır. İktidarlarda hiçbir zaman gülmececileri sevmez. Beni sevmediler Aziz nesini sevmediler Rıfat Ilgaz’ı sevmediler Nasrettin Hocayı’da sevmediler. Nesiminin diri diri derilerini yüzdüler
Ama gülmeceyi kim sever biliyor musunuz? Halk sever.700 yıllıktır Nasrettin Hoca dile kolay bu 700 yıllık. Bugün balkanlara gidin Arabistan, İran, Fars, batlık bölgelerin hepsi Nasrettin Hocayı tanır ve sever. Niye sever halktan yanadır. Nasrettin Hocanın adına birçok uydurma fıkralar çıkartmışlardır belden aşağıya. Hayır, kabul etmiyoruz. Nasrettin Hocanın bütün fıkraları toplumsaldır vurucudur. Eğer gülmeceyi taşı gediğine koyar gibi bir yerde kullanılmıyorsa o gülmece değildir. Ve gülmece günlük bir takım olaylardan yararlanıp onu söyler ama kalıcı olmaya çalışır. Gerçek gülmece sırtını edebiyata yaslar. Gerçek olmayan gülmece şimdi dolu. Güldürmece yazısı diyorum ben onlara onlar gülmece değil.
Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’dan sonra gülmececi yetişmedi artık. Neden? Çünkü edebiyatı olmadıkları için. Ben gülmeceyi ilk çocuk kitaplarına koyan kişiyim. Çocukları güldürüm güldürmeye çalışırım onları. Ama çocuk da düşünür ben gülüyorum ama niye niçin gülüyorum. Kime güldüm. Ve çocuk gülmecesini iyi yerleştirip serpiştirmediğiniz sürece konunun içersinde inanın çocuk der ki bu yazar abla ya da bu yazar amca çok komik bir insan der. Kendiniz gülünç olursunuz. Halbuki yazdığınız çocuğu güldürecek. O nedenle ustalık onu serpiştirmeye bağlı. Benim çocuk kitaplarımın çok okunmasının nedeni budur. Çocuklar o nedenle Muzaffer İzgü’yü çok seviyorlar. Yazdığım kitaplarımda çocuğa kendi kültürünü veriyorum. Örneneğin Anneanne kitabımda anneanneden amacım şu benim, anneanne komik bir insan. Gülmecesini anneanneden sağlıyorum anneanne ve torun ilişkisinden bir gülmece doğuyor. ‘’anneanne, anne, çocuk ‘’üç kuşak. Çocuğa anneannesinin ve annesinin geleneğini göreneğini nasıl yaşayış biçimlerini kültürünü veriyorum. Gelenek ve göreneklerimizin güzel doğrularını sunuyorum. Güldürürken düşündürtüyorum
Nasrettin Hocanın soyundan gelen insanlarız dünyanın birçok bölgesinde ki gülmece ustalarını araştırdım ama inanın hiçbir yerde böyle büyük güldürmece ustaları yok. Yasadığımız coğrafya çok değerli insanları yetiştirmiştir.
Bir tek keloğlanı sevmem. Keloğlan namussuzdur haylazdır. Tembeldir annesini üzer. Sırtından geçinir. Aklı padişahın kızındadır, gözü padişahın tahdındanır. Sevmedim keloğlanı sevmemde öyle tembel asalak bir kahramanı. Öğretmenlik yıllarımda da asla okutmadım çocuklarıma keloğlanı. Karagöz ve Hacivat’ı Nasrettin Hocayı çok severim Bu denli gülmececileri olan bir ulus gülen bir ulus olmalı.
Ama bizi güldürmeyenler var. Olaylar politik çıkmazlar ülke gerilimleri. Ciddiyette çok önemsenmiş bizde. Ciddi olunmak şartlandırılmış. Gülen insana rastlanmıyor. İlginç fikirler gelişmiş. Gülen kişiye ‘’ ağzı açık ayran delisi gibi ne gülüyorsun.’’ denir. ‘’ Bu gün çok güldüm yarın ağlayacağım ‘’
Neden ağlıyorsun? Niçin ağlıyorsun? Çok gülmeyim yüzüm kırışır’’ hayır sen kızmışsında yüzün kırışmış kızdığında 82 kat çalışır güldüğünde 14 kasın çalışır. Gülmek sindirim sistemini kan dolaşımını çok daha iyi çalıştırır. İlaçtır gülmek. Ben insanların gülmesini istiyorum.
Dünyanın neresine giderseniz gidin bütün gülmeceyi çıkaranda yoksuldur. Bende yapıtlarımda yoksulu anlattım. Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’da yapıtlarında yoksulu anlattı. Yalnız benim yapıtlarımda Anadolu farkı var. Rıfat ağabey olsun Aziz Nesin olsun İstanbul’dur oraların gülmecisini anlatırlar. Ben Anadolu’nun gülmecisini anlatırım. Aziz nesinden diğer bir farkım da ben her satırımda her paragrafımda güldürüm. Sonunda gülümsetirim. Ben insanların sıkılmış çamaşır kabul ediyorum. Yazarak da sıkılmış çamaşır olarak değil de gevşemesini sağlıyorum. Toplum böyle işsiz yoksulluk yolsuzlukla açlık emeklinin durumu Şu günlerde Hayvancının durumu. Ülkenin sorunu. Çıkmazlık. Gülmelerini gülerek düşünmelerini sağlamaya çalışıyorum.
– Mizah, özü itibariyle politik midir? Politik gülmecenin edebiyatımıza girişi, gelişimi ne zaman ve nasıl olmuştur
Politik değilse gülmece gülmece değildir. Gülmece öyle bir şeydir ki insan sağlıklı gülmelidir. Sağlıklı gülme derken bir örnek vereyim savaşta sinir gazi var karşıdan düşmana atarsınız. Asker neye güldüğünü bilmeden ölür gider. Mutlaka politik olmalı
Gülmecenin elbet bir tarihi vardır. Gülmece Etiler dönemi tarihinde vardı Bunun için özel törenler hazırlanırdı. Zengin yoksul bir arada yemek yer sonra o yoksul halk o zenginin o yöneticinin taklidini yapar. Nasıl yemek yediğini, eti nasıl tuttuğunu, suyu nasıl içtiğini vs. Bu da Anadolu’dadır. Selçukluların sürüye koç katarken en büyük gülmece şenlikleri için tören hazırlarlar. Fıkralar anlatırlar taklitler yaparlar insanları güldürürler. Kılıktan kılığa girerdi. Avrupa ülkelerinin hiç bir yerinde yok bu.
• Siz genelde muhalif bir politik gülmece kullandınız öykülerinizde… Yaşadığınız baskıları, yasakları anlatır mısınız? Bunları neye bağlıyorsunuz? Siyasi iktidarın bu tahammülsüzlüğüne ne diyeceksiniz?
1960. yılının 27 Mayıs’ında aldı götürdüler beni. Birçok arkadaş da vardı. Güldüler bana ‘’seni neden aldılar’’ diye. Dedim beni bırakırlar, iki gün sonra bıraktılar da. Elbette ki siyasi iktidarların bu tahammülsüz olma nedenleri var, gülmeceyi sevmemeleridir. Gülmece politik bir silah olduğu için onlara biat edecek insan arıyorlar. Ergenekon olayına bile kendine muhalif olan olmayan birçok kişiyi de karıştırdılar. Adı karışan birçoğunun suçlu olduğuna inanmıyorum. Onları almakla bize de gözdağı vermeye çalışıyorlar. Biz yolumuzdan şaşmıyoruz. Yılmadık yılmayacağız da.
• Politik gülmecenin edebiyatımızda bugünkü durumu hakkında neler diyeceksiniz? Gülmecenin giderek “muhalif” yanının törpülendiğini, artık suya sabuna dokunmayan, iktidar yanlısı bir çizgi izlendiğini görüyoruz. Siz buna katılıyor musunuz? Sınıflar ortaya çıktığı andan itibaren, ezilenin, mazlumun bir silahı olan mizah, moda deyimlerle “küreselleşme ve globalizm” söylemlerine kurban gidip sınıflar arası uzlaşma araçlarından biri mi olmuştur?
Sorunuza kesinlikle katılıyorum. Yok, politik gülmece bu gün artık yok. Karikatüre bir şey demiyorum çizgiye bir şey demiyorum ama politik gülmece yapıtı siz biliyormusunuz? Öyle bir yapıt var mı? politik gülmece yok bunun sebebi de baskılardan korkuyorlar gülmecenin şekli değişti diyorlar. Tv’lerdeki o yapılan gülmece programlar İvedik, Gora gibi birçok saçma sapan proje sunuluyor ve insanlar akın akın içinde sanat olmayan bu filmleri dolduruyor. Hiç birinde sanat yok. Sanatı olmayan bir gülmece çıkartıyorlar.
Ben hep güldürerek düşündürdüm. Neye niçin niye güldüğünü bilmeli insan. Eskiden tiyatrolar vardı. Ali Poyrazoğlu, Müşfik Kenter kurgularında gülmece vardı. Derviş Süleyman. Oyunları da politikti. Şimdi artık tiyatrolarda farklılaştı. Yatıyoruz şekspir kalkıyoruz şekspir. Sinema da edebiyattır. Güzel sanatların bir dalı koludur. Orada da yok gülmece. Eski filmleri düşünüyorum ben. Orhan Kemal in Murtaza’sı bir filmdi. Müthiş bir gülmece unsurları taşıyordu. Benim yaşamımdan yapılan Zıkkımın kökü müthiş bir gülmece unsurları taşıyan bir filmdi. Öyle filmlerde yok şimdilerde Cem Yılmaz gibi bilmem kimlerin eline kalmışız işte. Gülmecenin rengini kokusunu tadını her şeyini değiştirdiler. Fakat şu var ki onlar öldüğü gün kendiler yok. Ama bu politik gülmeceyi yazan yaratan ve çizen düşündürterek üreten her kes tarih boyunca unutulmayacaklardır. Örneğin 30 yıl önce yazdığım bir kitap bu gün güncelliğini koruyor. Bizim ayılar Amerikalıları çok sever. Bakın nasıl gerçek O günlerden bu güne halen tapıyorlar. Siz bilirsiniz paşam yıl sıfır darbe hazır. İşte bilmem ne. Bütün bu darbeler için yazdığım bir kitaptı. Darbe yapan askerlerden de korkmadım korkmam da. Kimselerden asla korkmam.
Eşim benim öğretmendi aylık alırdı. Onun kişiliği ve aylığı beni dimdik tuttu. Kimseye taviz vermedim. Çünkü eşimin dimdik arkamda olduğunu bilen bir insandım o zaman. şimdi de zaten taviz vermem. Vermiyorum da. Ama bu güne dek bu şekilde geldi Muzaffer İzgü. Aziz Nesin nasıl hatırlanıyor. Muzaffer İzgü’de hatırlanacak bütün içtenliğimle inanıyorum buna. Çünkü ben doğru işler yaptım. Ben bütün görevimi de halen yapmaktayım. Okul öncesi çocukları eğitmeye başlıyorum. Oradan başlıyorum çocuğa edebiyatı sevdirmeye. Gülmek güldürmek niye güldüğünü çocuk ayırımına varmalı istiyorum.
-Gülmece dergilerini takip ediyor musunuz? Onların mizah anlayışlarını nasıl buluyorsunuz?
Bildiğim kadarıyla 13 tane kadar gülmece dergisi var. Kesinlikle iki tanesi dışındakileri takip etmiyorum onlarda belden aşağıda. İkisini okuyorum diğerlerine bakmıyorum çizgiye bir şey demiyorum. Çizgi güzel ama hitap etmiyor.
Gündemi meşgul edip insanların kafasını öyle farklı yönlere çekiyorlar ki yaşadığımız ülke de. Örneğin bir futbol merakı. İnsanların bütün enerjilerini zamanını öyle çok alıyor ki. Sabah kadın programları ayrılan boşanan dayak yiyen. Vb. Bize ne bunlardan biz sosyal kurumuyuz. Çocukların karşısında internet var. Toplumsal bir şey değil. Alatarnatif çok fazla çocuğun karşısında. Çocuk okuru olmayan bir toplumun büyük okuru olmaz. Çocuk okulu yetiştirmiyoruz ki büyüyünce okusun. Okul da yok. Gülmece de bunlardan nasibini alıyor. Ama bundan 30 yıl önce 25 yıl önce böyle değildi. Benim kitaplarımın geçmişteki baskısından biliyorum. ‘’Zıkkımın Kökü’’ 20. baskı. ‘’Sıpa’’ 8. baskı. Eskiden çok okunurdu şimdi gülmeceyi değiştirince okuma kültürü de yok oluyor.gülmece de bundan nasibini alıyor çocuklar.saçma şeylere gülüyoruz. Basit şakalara gülüyoruz. Açıkcası basitleşiyoruz. Ben en çok haberlere gülüyorum politikacıların yalanlarına. Bir çok insan inanıyor onların dediğine. Bense onların nasıl bir yalan uydurduklarını bildiğim için hallerine gülüyorum.
okul okul gezinmek suretiyle çocuklara kitap sevgisi aşılamayı kendine amaç edinmiş. tam bir halk adamı olan bizden biri olan muzaffer İzgü ile bu güzel sohbet için teşekür ediyoruz.
TAVIR
ESERLERİNDEN BİR BÖLÜMÜ
Öykü-Mizah:
Bando Takımı (1975)
Donumdaki Para (1977)
Deliye Her Gün Bayram (1980)
Sen Kim Hovardalık Kim (1980)
Her Eve Bir Karakol (1980)
Devlet Babanın Tonton Çocuğu (1981)
Lüplüp Makinesi (1982)
Kasabanın Yarısı (1982
Roman:
Gecekondu (1970)
İlyas Efendi (1971)
Halo Dayı (1973)
Oyun:
Karadüzen (1971)
İnsaniyettin (1972)
Reçetesi Peçete (1974)
Utanmıyorum Üşüyorum (1975)
Çocuk Kitapları:
Bülbül Düdük (Çocuk romanı, 1980)
Ekmek Parası (1979)
Çizmeli Osman (1980)
Pazar Kuşları (1980)
Uctu Uçtu Ali Uçtu (1980)
ÖDÜLLERİ
1977 Nasrettin Hoca Gülmece Öykü Yarışması’nda üçüncülük, “Hıdır Baba” öyküsüyle
1977 Milliyet Sanat Dergisi Gülmece Öyküsü Yarışması’nde ikincilik, “Anayasa Hangi Anayasa” öyküsüyle
1978 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü, Donumdaki Para ile
1980 Bulgaristan Altın Kirpi Gülmece Ödülü, Bülbül Düdük ile

Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler