Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

Kitap Tanıtımı| Alevilik Nedir Ne Değildir?

Araştırmacı –Yazar Sadık Erenler‚ Alevilik üzerine önemli araştırmalar, analizler yapan ve bunları  kitaplaştırıp topluma sunan bir yazarımızdır. Kitaplarında dile getirdiği düşüncelerini ve bakış açısını verilere, belgelere dayanarak ortaya koyan, olgular ve olaylar arasındaki bağı bilimsel metotları  kullanarak kurmaya özen gösteren bir yazarımızdır.

 Sadık Erenler, ‘Ozan Yayıncılık’tan çıkan ”Alevilik Nedir Ne Değildir” isimli kitabında, Alevilik üzerine sürüp güden çok yönlü tartışmaların ortasında kalan ve bir çıkış yolu arayan Alevilere çıkışın nasıl olacağını gösteren bir pencere açmış…

”Bilgi ışıktır, bilgi güçtür” diyen dostlarımıza ve canlarımıza,  Alevilikle ilgil devam eden çoklu tartşıma ortamında Sadık Erenler’in kitabını okumlarını öneriyoruz.

Gülüfer Subaşı| AHA

Alevilik o denli zor açıklanabilir bir inanç ki, her kime sorsanız hep değişik yanıtlar alırsınız. Neden böyle sorusuna yanıt vermek  de gerçekten  kolay değil. Alevilik tarihini ya İslam öncesinden başlatırız, ya da İslam ile birlikte. Ama sorunu yine çözmüş olamayız, bu kez de 13. Yüzyıldan başlatmayı, yani Hünkar Hace Bektaş Veli’yi baz alarak başlatmayı yeğleriz.

Aleviler hep şunu söylerler: “Yol eğrilir, su bükülür, ama Alevilik, ne eğrilmiştir ne de bükülmüştür.

Ne yapmamız gerekiyor sorusu yine muallakta asılı kalır ve kafa karışıklığımız da  aynen sürüp gider.

    Alevilik Tarihi, ezilenler, katledilenler, baskıdan dolayı takiyye yapanlar, asimile edilen halklar ile egemenlere karşı verilen  mücadelelerin anlatımıdır, bir Yol’dur, bir yaşam biçimidir, bir felsefedir. Anadolu’daki  her renkten, her ırktan, her inançtan emekçi halkların egemenlere karşı yürüttüğü mücadelenin hem ruhunu, hem toplumsal dinamiğini hem de devrimci değerlerini o günlerden alıp bugünlere taşır. Bu toprakların mazlumlarını koruyan, gözeten devrimci değerlerini bilip, bu değerlere sahip olmayan insanların köklerinin derinlerde olduğu asla düşünülemez ve en küçük bir sarsıntı da devrilir gider. Anadolu coğrafyasındaki bu ruh da Alevilik ile içselleşip, bir bütün haline gelerek  ezilenlerin egemenlere karşı mücadelesinin tarihsel kültürünün değerlerini  bugünlere taşımışsa, bunda kanaat önderlerimizin ve ozanlarımızın  azımsanmayacak denli büyük bir payı vardır.  Bu açıdan bakıldığında, tüm katliamlara rağmen Anadolu’da ezilen halkların öncü dinamiği,   „Adalet- Eşitlik- Özgürlük“ bayrağı Alevilik olmuştur.

Bana göre; asıl görmemiz gereken günümüzdeki değerlerden yola çıkıp  geriye doğru bir yolculuk yaparak geçmişin, yani tarihin sayfalarına  vuran ışıklardan yararlanmak.

Veya ta gerilerden süzülerek gelen tarihin analizini yapıp, verilerle gerçeğe ulaşamasak bile ona yaklaşmak.

Vermemiz gereken karar; Aleviliğe hangi pencereden ve hangi zaman diliminden bakmak istiyoruz da  yatmaktadır.

İslam öncesi diyorsak, buna dair kanıtları sunmak zorundayız. Neye dayanarak bu yargıya vardığımızı ortaya koymanın en güzel yanı o dönemi veya dönemleri mercek altına yatırmaktır.

Önce şu gerçeğin altını ısrarla çizelim; İslam öncesi diyorsak, Arap coğrafyasından öte gelip Anadolu coğrafyasında kartlarımızı açmamız gerekmektedir, yani Anadolu’dan gelip geçmiş uygarlıklarda Aleviliğin ipucunu bulmak ve ondan yola çıkarak gerçeklere ulaşmak  amacındayız.

Anadolu’da ve komşu coğrafyalarda yaşayıp yine de bizi etkileyen uygarlıklardan  Luviler, Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar,Urartular, İyonyalılar, vardır. Bıraktıkları izlerle Anadolu’yu en çok etkileyen komşu uygarlıklar da  Sümerler, Babiller, Asurlular ve Akadlar’dır.

    Okudukça tarih bilincine eren, sorgulamaya gereksinim duyan, insani duyguları ön plana çıkaran bir anlayışın Aleviliğe hakim olması kadar güzel bir düşünce olamaz. Hakk insan da insan Hakk’ta anlayışını kendine rehber edinen bir Alevilik evrensel değerlerle donatılmıştır. Demokrasinin, insan haklarının, laikliğin, kadın-erkek eşitliğinin, 72 millete aynı nazarla bakmanın neresi kötüdür veya neresi eksiktir ki kendimizi İslam’ın kalıplaşmış yapısına yamayalım. Bu anlayış herşeyden önce atalarımıza, ozanlarımıza yapılacak en büyük bir haksızlıktır.

70’li yıllarda Arguvan’dan, Varto’dan dedeler yayan yapıldak, ellerinde küçük bir azık torbasıyla gelir Anzahar’a (Eğrisu) Derviş Muhammed’in ve Gani Baba’nın türbesini giderlerdi. Onlarla muhabbet yapılırdı. O temiz yürekli insanlar çıkardan uzak bizlere inancımızı anlatırlardı. Ne namazdan, ne camiden ne de oruçtan bahsederlerdi. Hakk ile Hakk olurlar bizleri de mest ederlerdi. 500 yıl önce Anadolu insanının kültü haline gelen Ali’yi, Oniki imamları anlatırlardı. Onlar da dedelerinden onların masumluğunu, haksızlığa ve zulme uğradıklarını, katledildiklerini duymuşlardı ve bize Ali’nin; “Kaf Kalesi, Azak Kalesi, Hayber Kalesi cenkleri, Kesik Baş hikayesi, Hüseyin’in;  Kerbela’da Yezit’e karşı duruşu, Ebu Müslim’in Mervan’a karşı verdiği savaş anlatılırdı. Hiçbir şekilde ne onların camiye gitiklerinden, ne namaz kıldıklarından ne de Ramazan orucu tuttuklarından bahsederlerdi. Ya bilmiyorlardı ya da onlar için nasıl inandıklarının bir önemi yoktu. Horasan bölgesinde mazlum halkların önderi olarak Ali’ye veya Ehli Beyt’e duyulan sevginin, Kerbela’da Hüseyin’in zalimin zulmüne nasıl karşı çıktığının hikayesini tarikatlar eliyle ve sonra Şah İsmail vasıtasıyla Anadolu’ya nasıl ulaştıklarını da az veya çok bilirlerdi. Şah İsmail’i tarih kitaplarından, Yavuz ile olan savaşından bilirdik. Sonra öğrendik ki Şah İsmail Şah Hatayi olarak da şiirler yazarmış. 70’li yıllarda bildiklerimiz bunlardı. Ocak dedeleri de  bizim bildiğimizden fazlasını bilmezlerdi zaten. Hele Alevilik üzerine kitaplar ise hiç yoktu. M. Tevfik Oytan’ın “Bektaşiliğin İç Yüzü” kitabını 1966 yılında babam Ankara’dan getirmiş, onu da yarı buçuk anlamıştık. Radyo tek tük vardı, televizyon daha evlere girmemişti, gazete okuyan pek yoktu. Babamın aldığı gazetede “Kerbela Faciası”nı  Murat Sertoğlu’nun kaleminden okurduk. Bizim Alevilik hakkındaki bilgimiz bu denli kısıtlı idi. Aleviliği nerden öğrenecektik ki? Dedeler bizim kadar biliyor, biz dedeler kadar biliyorduk. Aşık Mahzuni Şerif iki plak çıkarmıştı; “Ben Alevi Olamam ki” ve “Ali’yi severiz Aleviyiz Biz”. İşte hepsi bu idi. 80’ler sonrası Alevilik üzerine yazılan yazılar artmaya başladı. Yeni yeni bir şeyler kıpırdamaya başlamıştı dağarcığımızda. Alevilik öğrenilmeye başladığında İslam ile kıyaslamaya başladık. Birşeyler ters gidiyordu. Alevilikte olan İslam’da, İslam’da olan Alevilikte yoktu. Yani 12 İmamlar Aleviliğin içinden çıkarılsın İslam’ın esamisi bile okunmayacaktı. Tarihi bilgiler bilince erince sorgulama da başladı. Ve anlamaya başladık ki biz bazı şeyleri yanlış biliyor, bazı şeylere de yanlış bakıyoruz ve de yanlış duyumlarla yaşıyoruz. Diyanet İşleri Başkanı “Müslümanın ibadet evi camidir” dediğinde gürledik ama doğru söylüyordu. İslamın hangi koşulunu yerine getiriyorduk ki, kendimizi İslam’ın içinde görelim? Diğer inançlara bakıyoruz; Hiristiyanlık’ta da, Musevilikte de mezhepler var ve hepsinin ibadet evi aynı, kilise. Peki, bizde neden cami değil de Cemevi? Farklı olduğumuz hemen burda ortaya çıkıyor ve yine biliyoruz ki, 12 İmamlar’ın hiç biri cem yapmamıştır. Cem Aleviliğe özgüdür. Kadına bakış açımız, insana bakış açımız, başka inançlara bakış açımız, başka renklere ve ırklara bakış açımız da farklı. Hatta doğaya bakış açımız bile başka idi. Cennet, cehennem  Alevilikte yoktu. Hakk’tan geldin Hakk’a gitmek vardı. Demek ki 12 İmamları sevmek İslam’ın içinde olmak için yeterli bir neden değil. Şu gerçek ortaya çıkıyor ki, Aleviler Oniki İmamlar gibi asla inanmamışlardır, inanmıyorlar da. Ama nasıl olmuşsa, Horasan’da yaratılan  Batıni kökenli muhalif akımların Oniki İmamları öne çıkarması ve sonrasında Anadolu’ya akın akın göçler o anlayışı taşıyıp getirmiş. Tarihsel olgular da  bunu doğrulamakta. Dediğim gibi; Aleviler; İmamların İslam’a bakış açılarını hiç kaale almamışlar, sadece onların zalimlerin zulmüne karşı duruşları, mağdur olmaları, haksızlığa uğrayıp katledilmeleri, zulme uğrayanların birleştiği bir muhaliflik bayrağı olarak Anadolu halkının da onlara sempatiyle bakmalarına neden olmuş. Hani deriz ya, tanısın tanımasın ezilen ezileni kendine yakın bulur. Aleviler de İmamlarda kendi ezilmişliklerini, kendi katledilmişliklerini, yaşadıkları zulmü ve mağduriyeti görerek onları kendi kültleri kabul etmek algısıyla hareket etmişlerdir. Hatta Osmanlı döneminde İslamın içinde görünüp katledilmekten kurtulmak için, İmamlar onlara sığınılacak bir liman, korunacakları bir siper, savunulacak bir mekanizma  olmuşlardır.

Hiçbir şey ne yazık ki zorlamalarla amacına ulaşamıyor.Günümüzde de bazı Sünni yöneticilerin,“ Ali’yi sevmek Alevilik ise ben de Aleviyim“ demesi bile bizim bunları sorgulamamızı gerektirmektedir. Sünni dünyasının büyük bir oranının da Alevileri İslam dışı sayıyor olması, bizim bu konuyu daha detaylı analiz etmemizin elzem olduğuna işaret etmektedir.

İslam figürlerinin Alevilik içine nasıl girdiği merak konusu olurken ozanların nefeslerinde figürlerin dışında başka bir argumana raslamamamız İslam’ın içinde olmadığımız savını güçlendirmektedir. Tabi ki, İslam coğrafyasında olup İslam tarafından baskı altında kalınması bizi yanıltıyor olsa da, islam’ın koşullarını hiçbir şekilde yerine getirmeyip yüzeysel bir İslam’ın varlığı da yadsınamaz. Alevilik ile İslam teolojisi kıyaslandığında İslam’ın şiddetten yana olması, Aleviliğin ise  insanı merkezine alan bir anlayışa vurgu yapması bu dine çok uzak olduğunun da bir kanıtıdır. Soruna İslam açısından bakıldığında, İslam olmanın şartlarının Alevilikte kabul görmemesi bizi bu inancın dışında olduğu kanaatını uyandırıyorsa da tarihsel koşulların dayatmasıyla kendimize baktığımızda bunun pek de kolay olmadığını görmekteyiz. Şöyle ki; Alevilik günümüzde bir Oniki İmam-Ehl-i Beyt kültüne sahip çıkmıştır görüntüsü çizmektedir. Halbuki bu kültün içi açıldığında asıl gerçek o zaman yüzünü göstermektedir. Oniki İmam’ın İslam Şeriatının en öz savunucuları olduğundan hareketle Alevilerin çok büyük bir oranının o İslam’a uygun davranmamasıdır. Oniki İmamların İslam’ın her şartını yerine getirmekte imtina etmemeleri bizlerle onların aynı inanmadıklarının en açık göstergesidir. Ama dediğim gibi, tarihsel koşullar bizleri onlara inanmaya ama inandıkları gibi inanmamaya ikna etmiştir. İslam’ın olmazsa olmazlarından olan  namazın, Ramazan Orucunun, caminin Alevilikte bir yerinin olmadığı bilinmekle beraber salt Oniki İmamlara duyulan sevgiden dolayı kendilerini İslam’ın içinde görme duyusu vardır. Hatta bazı Alevilerin „Biz İslam’ın özüyüz“ sözünün de havada kaldığını bilmekteyiz. Sırf Oniki İmamlara duyulan sevgiden-saygıdan dolayı İslam’ın özü olunduğunu kabul etmek gerçeklerle asla bağdaşmamaktadır. Şunu görüyoruz ki, yaratılan algı operasyonları ile  Aleviler İmamların nasıl inandıklarına, inançlarını nasıl yaşadıklarına bakmadan kulaktan duyma fikirlerle, okuyup-araştırmadan kapılmışlardır. Ama anlamaya başladık ki, Aleviliğin kaynağı başkadır. Araştırmacıların ortaya koyduğu yeni belgelerle, saha araştırmalarıyla, hatta ozanların nefesleriyle yeni bir çığırın açıldığını görmekteyiz. Artık kulaktan duyumlarla değil, okuyan-araştıran- sorgulayan bir yaklaşımla kendi tarihimizi gözler önüne serip onu bilince taşımak zorundayız. Bu nedenle kafamızı karıştıran „İslam’ın özü biziz“ söyleminden yola çıkarak İslam’ın çıkış tarihine, yaptıklarına, ettiklerine bakarak Aleviliğe yaraşır bir yanının olup olmadığına bir göz atmamız gerekiyor. Bazı Alevi kanaat önderleri Muhammed döneminde yaşanan  İslam’a atıfta bulunarak bu iddialarının doğruluğunu ısrarlıdırlar. Bunun yanısıra Oniki İmamların tavırları da Aleviler için önemlidir. İslam dini hangi süreçleri yaşayarak bizim coğrafyamıza gelmiş, bizlere neler yaşatmış, binlerce canımızın katledilmesinde ne kadar dahli vardır, ona bakmak gerekiyor. Bunlar bilinsin isteriz.

Sonuç olarak; bu kitabın içeriğini herkesin anlayacağı bir dille konuşturmaya çalıştım. Kiminin hoşuna gidecektir, kimi ise burun kıvıracaktır, ama asıl amacın hakikatın anlaşılmasıdır. Alevilerin bugüne değin anne-babalarından duyduklarıyla buraya vardıklarını, çok kitap okuyan bir kesim olmadıklarını (o nedenledir ki sorgulayacak bilgi birikimine sahip değiller, duyduklarını olduğu gibi elemeden kabul ediyorlar) bilmeme rağmen hiç değilse okuyana birşeyler verecektir kanaatindeyim. Seven istediğini yine sevsin, ama bilerek, tanıyarak sevsin. O zaman hiç kimsenin de bir diyeceği olmaz.

      Alevilik, günümüzde her haliyle tartışılıp değerlendirilerek bir yerlere konulmaya çalışıldığının yanında, bir yerlere de yamamaya çalışılıyor. Bizi en fazla meşgul eden, ilgilendiren yanı ise, İslam ile olan bağı ve tarihsel süreçte yaşanılan ve bize kadar uzanan bir etkinin sürdürülebilir olup olmadığı…

   Bazı kesimler bazı gerçekleri görmemezlikten gelerek  Alevilik Tarihini mercek altına almış olsalar bile, istesek de kaçamayacağımız bazı gerçekler vardır.

İslamiyet‘i kabul edelim veya etmeyelim, Alevilik tarihini şöyle veya böyle teğet geçerek de olsa etkilemiştir, etkilemeye de devam etmektedir. Anadolu’ya akın akın gelen Türkmenlerin, Rum Abdallarının, Horasan Erenlerinin, ozanlarımızın, Sadıklarımızın, Aşıklarımızın ve bunun yanı sıra  Alevilikle harmanlanmış tarikatların az veya çok bir Arap kültürü, gelenek-görenekleriyle, örf ve adetleriyle yoğrulmuş bir Ortadoğu dini olan İslamiyet‘ten etkilendiğini yadsıyamayız. Bu açıdan bakıldığında İslamiyet’e de bir göz atmanın sanırım ki kimseye zararı olmayacaktır diyerek hafızamızı temizleyeceğiz.

Aşk İle…

Sadık Erenler  Araştırmacı – Yazar |S.Erenler@web.de |

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir