Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

Bava Mahmut’un kitabı çıktı!

-Kemal B- Cemgil-

Günümüz Alevi tartışmalara önemli bir katkı sunabileceğini varsaydığımız bu çalışma için önemli Alevi bilginlerinden Seyit Mahmut Yıldız ile konuştuk.

Kitabın başlangıcından!

“Alevilikte İnsan Anlayışı

Alevilik nedir? Alevilikte insan nedir? Nasıl dünyaya gelir? Ne olur, ne olmalı?

İnsan 9 ay 10 gün sonra tertemiz yüreğiyle dünyaya gelir, bütün mercanlar tamamlanır, ispat olur. Aşikâr olur. Âleme geldiği zaman o arı-duru ve masum-u paktır. Onun o temiz yüreğini bu dünyada insanın yarattığı şeyler bozar. Peki Alevilik nerede başladı? Tartışmalara bakılırsa, her evre bir devriyedir. Başlar, gelişir, turunu bitirir ve yeni bir devriyeye devreder. Her şey zaman-mekân döngüsünün içinde kendini tazeler, kendini yeniler. Bu dünya bir arazdır, hem kendini tahrip eder hem tamir eder. Bu dünyanın sırrına öyle kolay erilmez. Alevilik öğretisi dediğimiz şey, bu süreç içerisinde bu evrenin tanınması, isminin koyulması, anlanması, manasının verilmesidir.

Bir gün babama sordum. Nedir, dedim bu Alevilik? Mezhep midir, tarikat mıdır, din midir? Dedi ki: “Senin saydıklarının hiçbiri değil. Bu yol başka bir haldir.”

Babanız Bava Hüseyin bu “başka bir hal”i nasıl açıklıyordu?

Bu hal, insanın güzel olma halidir. İnsan dünyaya geldiğinde ham doğar, kırk gün sonra bu dünyalı olur. Hatta bazı yerlerde dünyaya gelen çocuğa kırk gün sonra isim verilir. Çünkü daha dünyanın ışığına, yemeğine alışık değil. Ona her şey yabancı. Yaşam döngüsünün içinde dört kapı kırk makam evresini geçirir, insan-ı kâmil olur. Alevilik öğretisinin içeriği, doğası gereği biraz vahşi olan insanı halis-has yapmaktır. Hamdan hasa giden süreçtir bu hal.

O zaman bu Yol, ilk evresinden son evresine kadar “insan-ı kâmil” olma halini amaçlamaktadır?

Gayet tabii. Bu evreni, bu çağı anlamak kendini anlamaktır, kendini bilmektir. Ben kimim? Ben neyim? Kardeşime söyleyeyim: Şimdi tarihe bakıyorsun, ilime-bilime bakıyorsun. Kutsal kitaplara bakıyorsun, peygamberlere bakıyorsun. En sonunda bütün bunların bir sonucuna vardığında, diyorsun ki burada mükellef olan kim? (Masadaki cep telefonunu gösteriyor) Mükellef olan bu. Neden? Çünkü yaratıcı. Bunun malzemesi tabii ki vardı. Bu dalgalarda vardı. Ama birisi bunu keşfetti. Bizim atalarımız onu kullanamıyordu ama şimdi biz bu aleti kullanabiliyoruz. Bilmediğimizi bu düğmeye basıyoruz, öğreniyoruz. Demek ki birisi bize yol gösterdi, ışık oldu. İşte bilen, anlamını koyan, yol gösteren o mürşittir, üstattır.

Kısaca ‘bu evreni anlamaya, kavramaya ve anlamlandırmaya çalışandır’ diyebilir miyiz?

Tabii ki. İnsan aklı, bu yüzyıl içinde olumlu olumsuz birçok şey buldu. Daha bulmadığımız çok şey var. Fakat daha şimdiden bulduklarımız başımıza bela oldu biraz. Bu alet (masadaki cep telefonu) dünyanın herhangi bir köşesindeki bir dostuyla buluşturuyor. Fakat bu maddenin şarjı dünyayı kirletiyor. Üstat işte bunu da bilendir.

Bava Mahmut yeniden bu “başka hal”e dönersek…

Peygamberi, at ve eşek arası Burak diye garip bir yaratığa bindirip göğe çıkarıyorlar ya, insanın göğe çıkması insanı yüceltmez, sonuçta uçakla ya da uzay gemileriyle de bir yere kadar gidiliyor. Gidenler yücelmişler mi? Yook. İnsanı yücelten o çark içerisinde, o kertelerde oluşturduğu kendi öz değerleridir. Bu da insan-ı kâmil olma halidir.

Yani kısacası Kemal’im çark devam ediyor, tur tamamlanıyor. Yol, devr-i âdemden devr-i âleme giden bir süreçtir, bu süreçte kendini bulanlar ve bulmayanlar var. Herkes kendi turunu tamamlar ve başka bir devre geçer. Çünkü insan bir manadır.

“İnsan bir manadır” dedin ya, bunu biraz açar mısın? Nedir Aleviliğin mana dünyası?

Mana âlemi hayalimde, özlemimde olan henüz gerçekleşmemiş haldir. Fakat bu imkânsız değildir, sır-ı hakikati bu ilim-bilim dünyası gerçekleştirecektir. Ha, bu ne kadar manasıyla gerçekleşecektir, onu bilemem. Madde âlemi ise bu gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz dünyadır. Yani birincisi batın, ikincisi zahir. Onun için insanda mana âlemi olmadığı zaman sadece maddeye yöneliyor, o da onu egoist yapıyor. Egoist insan madde takıntılı olur.

Şimdi insan-ı kâmil süreci zaten insanın kendini maddeden soyutlamak, bitmez tükenmez arzu ve isteklerine gem vurmak değil midir? Benliğini ve sınırlarını bilmek değil midir?

Şimdi sende o duygular, o istekler, o arzular var. Sekiz mi dokuz mu temel his ve duygu sayılıyor.
O duyguların sende hakkı var. Onları bütünüyle yok edemezsin, çünkü sen onların tamamısın. Onları öldürmek değil, dengede tutmaktır.

Doğru, yani duygu, akıl, beden, ruh arasında bir uyum, harmoni sağlamaktır. Sadece bununla da değil, dış ve iç dünyanla aynı şekilde bir harmoni ilişkisini kurman gerekiyor. O zaman duygularına sınırlarını belirtmen gerekiyor galiba?

Diyelim ki bir bağ-bahçe içinden geçiyorsun ve o an canın bir elma istiyor. O bahçe senin değil. Ama içindeki nefis onu istiyor. Artık onu rızayla mı yoksa parayla mı? Alırsın işte…

Peki diyelim ki ağacın sahibi ortalıkta yok. O zaman ne olacak?

Rızasız alırsan nefsine teslim olursun, çünkü ağaca emek veren var, yetiştiren var, su veren var. Sahibi olmasa da ağacın rızasını alacaksın. Ağaca kesinkes zarar vermeyecek şekilde alacaksın, bu Yol bu kadar ince. Aleviliğin rıza şehri budur.

Diyelim aşk duygusu. Sadece o duygu sende değil, karşı cinste de var. Bilakis onların da hakkını vermen gerekiyor, fakat azıtmaman şartıyla. Çünkü eline, beline, diline sahip olacaksın. Bu Yol’un sınırları var. Onun çerçevesinde her şey çizilmiş, adı konmuş, onu bileceksin, öylece benliğini bileceksin. Diyor ki: “Sen seni bilirsin yüzün Hüdâ’dır, sen seni bilmezsen Hak senden cüdâdır.” Sonra Hakkı bulmak için önce kendini bulacaksın.
Şimdi sana yaşanmış bir hikâye anlatayım.

Buyur!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir