Kayıp Masumiyet: Çocuk Ölümleri ve Toplumsal Çürüme
Bir zamanlar sokaklarda koşturan çocukların kahkahalarını, ellerindeki uçurtmaların gökyüzündeki dansını görürdüm. Ancak şimdi…
O kahkahalar uzak bir yankı, narin bedenler ise toprağın derinliklerine gömülen utancımız ve tüm toplumun yüz karasıdır. Türkiye’nin dört bir yanından yükselen ağıtlar, yüreklerimize adı konmamış bir acı bırakıyor; küçücük eller, minicik adımlar, coşkulu gülüşlerin birer, birer yokoluşları…
Bu çocuk ölümleri, bu tecavüzler ve sistematik katliamlar karşısında sessiz kalmak, insanlığımızı daha da karartmak demektir. Bunlar münferit olaylar değil, politik hesapların, ihmallerin ve çarpık düzenin sonucudur. Bizler bu çığlığı duymak zorundayız; duymazsak, insanlık olarak kendi vicdanlarımızı, insanlığımızı yitiririz.
O masumların geleceği ellerinden alındı, sesleri susturuldu. Nerede bir anne evladı için gözyaşı dökmeye başlamışsa, filizlenen bir fidanın daha solduğunu, umutların yok edildiği kahredici bilgilere ulaşıyoruz. Bir çocuğun kaybolması demek, hepimizin yaşamından çalınmış duygular ve umutlar demek. Görüyoruz ama dokunamıyoruz, hissediyoruz ama değiştiremiyoruz. Artık gökyüzü o kadar mavi değil; bulutlar, bir çocuğun ardından yitirilen masumiyet kadar ağır… Tüm bu duygular, son olarak Narin Güran isimli Diyarbakırlı kızımızın akıbetinin resmi olarak açıklanmasıyla düğümlendi boğazımda… Narin ne yazık ki ilk değil ve son da olmayacak. Bu toplumsal çürüme ve duyarsızlaşma derinleştikçe acılarımız da katmerleşmeye devam edecek. Çocuk ölümleri sadece kişisel bir trajedi değil; bu ölümler politik. Sistematik bir ihmalkârlık, adaletsizlik ve kurumların çürümüşlüğü ile besleniyor. Çocukları koruması gereken kurumlar, onları en çok yaralayan yerler haline geldi. Tecavüzler, “istismar” olarak olağanlaştırıldı ve meşrulaştırıldı adeta. Çocuk yaşta evlilik tartışmaları, sayıları son 20 yılda pıtırcık gibi çoğalan çürümüş gerici, dinci sözde “vakıf” adı altındaki İslami cemaatleri birer suç örgütüne dönüştürdü. Sonuç; tecavüzlere uğrayan ve ardından sessizce yok edilen çocuklar…
Bu acılar, toplumsal bir çürümenin ve politik bir hesaplaşmanın habercisi değil de nedir? Bu toplum bu noktaya 20 yılda değil; 12 Eylül Askeri faşist darbesinin, 13 Aralık 1980′ de 17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşının büyütülerek idam etmesiyle başlatıldı. Erdal Eren, çürümüş düzenin acımasız çocuk kurbanlarından biri yapılarak, çocuklara karşı suç işlenmesini olağanlaştırıldı. Onun trajedisi, çocuk ölümlerinin ve toplumsal adaletsizliğin ne denli derin olduğunu gözler önüne seriyor. Bu trajik olaylar, Berkin Elvan’ın Gezi Parkı direnişi sürecinde öldürülmesiyle daha da derinleştirildi. Bir çocuğun yaşaması gereken o masum dünya, kirli eller tarafından karartıldı ve karartılmaya devam ediliyor. Bir anneyi, evladının cansız bedenini kucaklamaya mecbur bırakmak hangi hukuka, hangi vicdana sığar?
Ceylan’ın annesi… O gün, paramparça olmuş bedenini eteğinde toplarken hangi acıyı yaşadı, hangi kelime bu acıyı tarif edebilir? Ceylan’ın acısı, sadece bir ailenin değil, toplumun ortak bir acısıdır; her bir kayıpta, tüm insanlık olarak biraz daha parçalanıyor ve çürümeye devam ediyoruz. İstanbul Armutlu’da ve yıllardır Kürt coğrafyasında onlarca çocuğun panzerlerin altında kalarak öldürülmeleri ve faillerinin adeta ödüllendirilmelerine tanık olduk, olup bitenlere sessiz ve seyirci kaldık…
Bu çocuk ölümleri, bu tecavüzler ve sistematik katliamlar karşısında sessiz kalmak, insanlığımızı daha da karartmak demektir. Bunlar münferit olaylar değil, politik hesapların, ihmallerin ve çarpık düzenin sonucudur. Bizler bu çığlığı duymak zorundayız; duymazsak, insanlık olarak kendi vicdanlarımızı, insanlığımızı yitiririz.
Şimdi artık her evin penceresi karanlık birer dehlizdir. Anne ve babalar, sokağa çıkan çocuklarını bir daha görememenin korkusuyla yaşıyor. Ve biz, bir çocuğun daha narin bedeninin toprağa verilmesine sessiz kaldıkça, insanlığımızdan biraz daha eksileceğiz. Bu kayıplar birer uyarıdır; uyanmazsak, tepki vermezsek her geçen gün daha da kararan bir dünyada yaşayacağız demektir…
Türkan Doğan
Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler