”8 Mart Dünya Kadınlar Günü”, Kadınların Eşitlik ve Özgürlük Mücadelesi…
-Özlem Akgül-
Toplumun ezilenlere biçtiği roller her zaman kadınlara daha ağır bir şekilde yansıyor.
Öyle ki eril zihniyet erkeği yaşamın merkezinde özne olarak görürken, kadını onun tamamlayıcısı gibi görüyor ve toplumsal roller de bu çerçevede şekilleniyor.
Kapitalist sistemde erkek, üretim alanında konumlanan ana unsur iken kadın, ev içinde görünmeyen emek tarafında, emeği en çok sömürülendir, ucuz iş gücüdür. Dolayısıyla sosyal güvenceden yoksun ve ekonomik olarak da bağımlıdır.
Tüm bu mecburiyetler kadınları modern köleler haline getiriyor. Bedeni ve emeği sömürülen kadın kendi benliğinde hem yıkıma uğruyor hem de bu durumu bilince çıkaramadığı için öğretilmiş kadınlık rolünü kabulleniyor. Sonuç olarak kadının tüm benliğine sirayet eden öğretilmiş kadınlık, nesilden nesile aktarılarak yeniden üretilmiş oluyor. Tıpkı ”Simone de beauvoir” in dediği gibi : ”Kadın doğulmaz, kadın olunur.”
Egemenlerin kendi sistemlerini sürdürebilmeleri ve geleceği şekillendirebilmeleri için tarihi verileri nasıl manipüle ettikleri bilinen bir gerçektir.
Örneğin; 1857 de New York daki tekstil işçisi kadınlar, daha iyi çalışma koşulları için 8 Mart da yürüyüş yapmışlardı. Ve ardından gelen grevler ile, günlük çalışma saatlerinin 10 saate indirilmesi gibi taleplerini dile getirmişler ve bunun bedelini canlarıyla ödemişlerdi. Böylesine onurlu bir mücadelenin özünden uzaklaştırılarak salt anneler günü, babalar günü, sevgililer günü gibi ticari kaygılarla üretilmiş kadınlar gününe dönüştürülmesi bu manipülasyonu gözler önüne seriyor.
Burada kadının kadın olmaktan kaynaklı gururlanması ve hediyeler aldığı için kendini bir günlüğüne değerli hissettirilmesi amaçlanırken, temel hak ve özgürlük arayışı, fırsat eşitliği, sosyal güvence, kendi yaşamını tayin hakkı gibi istemlerin hiçleştirilmesi anlayışı yerleştirilmek isteniyor. Bu vesile ile kadın kimliği üzerinden yeni bir kazanç alanı yaratılıyor.
Toplumsal yapıdaki bu değişimin erkeklere sağladığı avantaj politik ve iktisadi gücü ellerinde tutmalarıyla başlıyor ve kadınlar üzerinde tahakküm kurmalarını da kolaylaştırıyor. Dolayısıyla ataerkil düzen ile birlikte cinsiyete dayalı doğal iş bölümü şekil değiştirerek cinsiyetçi iş bölümünün ve sınıflı toplumun oluşmasına neden oluyor.
Kadın Emeği Toplumsal Mücadelede ve her yerde
„8 Mart“ ne hediyelerle kadınların yüceltileceği bir gün ne de içi boşaltılarak yozlaştırılmış kadınlar matinesi gibi eğlencelerle kutlanacak bir gün.
Tam tersine 8 Mart kadın mücadele tarihinin, bedeller ödenerek kazanılmış ve sembolleşmiş onurlu bir günüdür. Hiç bir hak bedel ödenmeden elde edilememiştir. Kadınlar da hakça paylaşım, insanca yaşama, adil bir bir dünya için başta kendi hakları için toplumsal mücadelenin içinde olmaya devam ediyorlar. Kendi kimlikleri, kişilikleri ile bir birey olmak için…Bu çerçevede kadın bir meta değil, herşeyden önce insandır. Dolayısıyla hiç bir sistem, inanç yada ideolojinin tahakkümü altında değersizleştilecek bir nesne değildir.
Kadınlar, her zaman olduğu gibi kendi haklarına sahip çıkarken toplumsal muhalefeti yükseltmeye de devam ediyorlar. Çünkü yüzyıllardır kadınların kimliklerine ve bedenlerine saldırılar devam ederken her coğrafya özelinde yaşanan politik konulara göre ekonomik sosyal , siyasal baskılar da artıyor.
Pandemi süreci ve Savaş ortamı ekonomik sorunları da körükleyerek aile içi şiddetin artmasında önemli bir etken oldu.
Pandemi süreci henüz belirsizken başlayan savaş, yaşanan ekonomik kriz, evde kalma zorunluluğu ve savaş nedeniyle göç etmek zorunda kalan insanlar özellikle de kadınlar açısından ikinci bir yük getiriyor. Ev içi emek, çocuk ve yaşlıların bakımı, yeni hijyen koşullarındaki degisiklikler tabiki bir çok sorun ile birlikte aile içi şiddetin de gözle görülür biçimde artmasına neden oluyor.
Buna karşın alınan önlemler ve koruma kararları ne yazık ki avrupa ülkerine oranla özellikle ülkemizde çok yetersiz. Bunu için sadece biz kadınların mücede etmesi yetmez.
Toplumsal farkındalığı yaratmak kaçınılmaz, kadın cinayetleri ve şüpheli ölümlerin ülke gündemine alınması ise elzemdir.
Yasalar önünde dil, din, ırk, cinsiyet ayrımcılığı yapılamayacağı hükmü yer almasına karşın cinsiyete dayalı ayrımcılık gün geçtikçe derinleşiyor. Derinleşen ayrımcılık ile birlikte, körüklenen şiddet kadın cinayetlerinin korkunç boyutlara ulaşmasını da beraberinde getiriyor.
Dünya genelinde her gün bir yerlerde bir kadın yaşamdan koparılıyor. Halbuki kadınlar hayatın bütün alanlarında var olan, var eden, üreten dünyanın da yarısını oluşturanlardır. Ama ne yazık ki dilleri, etnik kökenleri, inançları, eğilimleri ne olursa olsun onları aynı paydada buluşturan ve kadın mücadelesini evrensel kılan durum ikincilleştirilmeleri ve yok sayılmalarıdır.
Artık kadınları isyan ettirme noktasına getiren de sosyal, siyasal, kamusal alanda cinsiyete dayalı ayrımcılığın diğer sorunlarla iç içe geçmesi ve görülemez olmasıdır. Burada bilince çıkarılması gereken toplumsal sorunlar içerisinde kadının cinsiyete dayalı ayrımcılık ile iki kere sömürülmesidir.
Sonuç olarak; kadının insan hakları sorunsalına doğru yaklaşım ve imzalanarak kabul edilmiş ve hukuksal bağlayıcılığı olan, uluslararası sözleşmelerin uygulanması ile etkili çözümler üretilebilir. Sadece ağır cezalar istemek, kadına yönelik şiddet, istismar ve cinayetleri durduramadığı gibi, işlenen suçların gizlenme oranının yükselmesine ve şüpheli kadın ölümleri olarak kayıtlara geçmesine neden olmuştur.
Uluslararası sözleşmelerin uygulanması çözümünün ilk adımıdır.
“Cedaw” Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması sözleşmesi:
Toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışı, „Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin kabul edilmesi ile uluslararası geçerlilik kazanmıştır. Bu sözleşmede esas alınan kadınların ve erkeklerin eşit olarak her türlü insan hakları ve özgürlüklerinden faydalanmasını engelleyen, cinsiyete dayalı ayrımcılığı insan haklarının kısıtlanması olarak tanımlamıştır.
Anlaşmaya imza atan ülkeleri de ayrımcı unsurları dönüştürmekle sorumlu tutmuştur. Ayrımcılığın özel ve kamusal alandan silinmesini öngören sözleşme, geniş bir çerçevede ele alınarak özgün bir anlayış yansıtmaktadır. Ayrıca sözleşmede kadınların sosyal, siyasal, ekonomik her alandaki hakları evrensel olarak kabul edilmiştir.
“İstanbul Sözleşmesi”
Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesine ilişkin Avrupa Konseyi tarafından 1 Ağustos 2014 de yürürlüğe giren sözleşmedir. Avrupa konseyi şiddetten arınmış bir toplum yaratmak icin kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve mağdurun korunması gibi konuları ele almıştır. Şiddetin toplumsal roller, cinsiyetler arası eşitsizlik nedeniyle oluştuğunu ve her ne sebeple olursa olsun şiddetin bir insan hakları ihlali olduğunu ve sıfır tolerans gösterileceği en kapsamlı sözleşmedir.
Şiddetin önlenmesi, mağdurun devlet kurumları tarafından koruma altına alınması ve şiddeti uygulayanın cezaya çarptırılmasını temel alıyor. Ayrıca toplumsal duyarlık oluşturarak her bireyin özellikle de erkeklerin tutum ve davranışlarını değiştirmeye yönelik bir çok program uygulamaktadır. Kadın ve Erkek arasındaki güç eşitsizliğinin sonucu olarak şiddetin meydana geldiğini, toplum tarafından kadına biçilen roller gereği şiddet içeren davranışların hoş görülmesi ve inkara dayanması sonucu sürdürülebildiği de tespitler arasında yer almaktadır.
Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler